31 Ağustos 2018 Cuma

Normallik üzerine / Nepal seyahatinden notlar

Geçenlerde Gülhane parkının denize nazır yüksek bir yerinde oturuyor iken hadi anlat bakalım nasıldı Nepal seyahati dedi dostlardan biri. Şöyle dedim, abi bu tarz seyahatler sayesinde normal denen çizginin ne kadar ince ve kırılgan olduğunu fark ediyor insan. Yine aynı dost bu sefer, bak bak bak bak işte Harun kardeşimizin yeni blog yazısının ilk cümlesi diye güldü. Bizi de güldürdü sağolsun. Evet, bu cümleyle başlayacağım sanırım: Bu tarz seyahatlar normal denen çizginin ne kadar ince ve kırılgan olduğunu fark ettiriyor insana.

Nepal oldukça fakir bir ülke. Doğru düzgün bir elektrik dağıtımı bile yok. Hatta geri kalmış bile diyebiliriz. Ne anlamda geri kalmış, sadece maddi mi? Bana kalırsa manevi anlamda da geri kalmış bir ülke. Fakat böyle dersem şöyle bir itirazda bulunulabilir, neye göre manevi olarak geri kalmışlıklarını iddia ediyorsun? İnanç çizgisel bir hat üzere tekamül eden bir kavram mı? Yani zaman ilerledikçe en doğru inanca mı kavuşacak insanlar, tıpkı bir zamanın “aydınlarının” söylediği gibi? İnsanın kalbi veya ruhu veya temel arzuları evrim mi geçirmekte ki daha doğru inançları bulma kabiliyetini elde etsin çağlar geçip gittikçe? Hayır, bunu iddia etmiyorum. Gözümde bir akide hariç hepsi batıldır. O inandığıma ise hakikat derim; hakikat olduğu için de inanırım. Birbirini tazammun eder bu eylemler. Ama işte bazı batıl inançlar vardır ki eskimiştir, insanoğlu onların yerine yenilerini üretmiştir. Nepal’de olduğunu iddia ettiğim geri kalmışlık bu kabilden, yoksa örneğin Amerika ile Nepal arasında batıllık açısından bir fark yok indimde. Küfür tek millettir. Peki ne yapıyor Nepalliler ki geri kalmışlar? Hala puta tapıyorlar mesela. Kast sistemleri var hala, ölümden sonra bile: fakir cenazeleri nehrin bir kısmında, zengin cenazeleri başka bir kısmında yakılıyor. Ya da daha ilginci kendilerine yaşayan tanrı(ça) seçiyorlar. Hem de küçük kızlardan. Bu kızlara “Kumari” ismini veriyorlar ve artık onların insan gibi davranması adeta yasak hale geliyor. Gülmek yasak, oyun oynamak yasak, dışarı çıkmak yasak, vücutlarının bir yerlerinin kanaması yasak (kanarsa tanrılık bozuluyor), dışarıdaki zemine basmak yasak, ilâ âhir... Ta ki ergenliğe girene dek. Bu ve bunun gibi garip inançlar Nepal Budistlerini / Hindularını geri kalmış olarak nitelendirmeye haydi haydi yeter diye düşünüyorum. Peki bunu neden anlatıyorum? Sırf genel kültürümüz artsın diye değil de en başta da söylendiği gibi normal çizgisinin (yahut insan fıtratının) ne çeşit abeslikler ile kolayca tahrif edilebildiğini görmek için. Bu ve buna benzer külü havaya savrulası batıl inançların, paganizmin kol gezdiği bir memleket işte Nepal. Ama yine de güzel.

Dağların, taşların, hayvanların, börtü böceğin memleketlerden bağımsız bir güzelliği var sanki diye okumuştum bir kitapta. İnsan bunları kolayca sahiplenip sevebiliyor her ne kadar o diyarın halkını sevmese de. Gerçi Nepal’in halkıyla bir sorunum olmadı ama bu güzelliklerini ayrıca bir sevdim. Örneğin Katmandu havalimanından çıkar çıkmaz elektrik telleri vasıtasıyla günlük ulaşımlarını sağlayan maymunlarla karşılaşmanız işten bile değil. Onlar kendileri için çok normal bir hale gelen bu eylemi ifa ederken siz de cep telefonu kameranıza sarılabilirsiniz. Aslında görüyorsunuz ya normal denen şeyi hayvanlar bile değiştirebiliyor ve bu insanı ürkütmüyor değil. 

Bu bağlamda oradan bir anımı paylaşmak istiyorum. Orayı sebeb-i ziyaretim kapsamında “Hatel” isimli bir köye gitmemiz gerekti. En başta köyün isminin Hatel olduğunu anlamadım da herhangi bir “hotel”i aradığımızı sanmıştım. Bizim Hindu şoförün İngilizce aksanı pek düzgün değil o yüzden böyle telaffuz ediyor diye düşünüyordum. Nepal’in bu en ibtidai kesimlerinde hotel ne arasın demek aklıma gelmemişti açıkçası. Şoför demişken adamın tam Hindistanlıların bıraktığı gibi bir bıyığı vardı. Bu bende seyahatte olduğum havasını iyice kuvvetlendiriyordu. Ne ise efendim, yolda karşılaştığımız köylülere yol sora sora ilerlemeye başladık. Yollar hakikaten berbattı, 4x4 bir arabayla dahi zorlanıyorduk. Epey bir mesafe gittikten sonra karşımıza kocaman bir hendek çıktı ve daha fazla ilerleyemeyeceğimizi anladık. Şoför hadi buyur burdan yak manasında bir melodi tutturmaya başladı ağzıyla. Nihayetinde alternatif bir rota seçmeye karar verdik ve geri döndük. Bu defa diğer rotayı epey izledik ve Hindistan sınırına kadar geldik. Anladığım kadarıyla önce Hindistan’a girecek sonra tam gideceğimiz köye denk gelen diğer sınır kapısından tekrar Nepal’e geçiş yapacaktık. Şoför ve rehberim Kalim askerler ile konuşmaya gittiler, ben arabanın yanında kaldım. Bir çayırlığın ortasındaydım, az ötede bir dere vardı ondan sonra da Hindistan sınırı vardı işte. Etrafta bir sürü keçi ve oğlak vardı, ara sıra yaya olarak veya motorla insanlar geçiyordu. 5 dakika gerimizde de bir Hindu köyü kuruluydu. Köyün tam ortasında peştemal ve atletle duruyordu erkekler, hamamdan çıkmış gibi bir kılıkları vardı. Hatta bazıları atlet de giymemişti. Kadınları genelde kafalarında bir şeyler taşıyarak pirinç tarlalarında çalışmaktan dönerken ya da evlerinde vakit geçirirken görüyordum. Köy putları vardı bir de. Üç duvarlı bir oda inşa etmişler ve oraya fil kafalı (Ganeşa), maymun biçimli (Hanuman) çamurdan tanrı heykelleri dikmişlerdi. Ürkünç duruyordu. En büyük tanrılarına Bhagwan diyorlardı. İşte bizimkiler askerlerle arabayı sokup sokamayacağımız hususunda konuşurlarken ben de etrafı gözlemliyordum. Bir ara komik bir şey de oldu, avucuma biraz ot topladım ve oğlaklardan birini yemlemek istedim. Küçük bir kız çocuğu ağlayarak koşageldi ve oğlağın boynuna sarılarak benden uzaklaştırdı. Gözlerinde çocuksu bir korku vardı. Kendi dilinde bir şeyler söyledi bana, o benim oğlağım gibi sözler herhalde. Anlaşılan oğlağını elinden alacağımı sanmıştı. Güldüm. Derken bizimkiler geldi ve arabayı sokamayacağımızı söylediler. Bunun üzerine üçüncü bir yol olarak köylülerden birinden yardım almaya ve köye yalın ayak gitmeye karar verdik. Sağolsun köylüler Müslüman olmamızı yadırgamadan gönüllü olarak bize bir rehber verdiler ve pirinç tarlalarının arasından devam edecek uzun yürüyüşümüz başladı. Ara ara paçaları sıvayıp zemini balçıklı derelerden geçtik ve nihayet köye vardık. Buradaki işimiz bittikten sonra Hindu köyünde bıraktığımız şoförün yanına nasıl döneceğimiz sorusu zihnimizi işgal etmeye başladı. Hava kararmıştı ve rehberimiz geri dönmüştü, o yüzden yürüme yolunu tercih edemezdik. Öte yandan kimse bizi bırakmaya da meyletmiyordu. Bana bir sandalye gösterdiler oturdum. Köylülerden biri bana yelpaze yapmaya başladı, tıpkı film sahnelerindeki gibi. Yahu yapma gözünü seveyim dedim ama bırakmaya yanaşmadı. En sonunda zorla elinden alabildim, hakikaten misafirperver insanlar. Bu esnada yol arkadaşım Kalim de yol parasını ödeyeceğimizi söyleyerek birkaç kişiyi zar zor ikna etmeye muvaffak oldu ve motorlarla yola düştük. Bizim bindiğimiz motorda üç kişiydik, ara sıra karşımıza dereler çıkıyordu ve buralarda motordan inip yürümemiz gerekiyordu. 15 dakika sonra motorlardan birine benzin almak için köyün birinde durduk. Sokaklarda elektrik yoktu fakat ayışığı sayesinde etrafı rahatça görebiliyordunuz. Zaten ayışığının önemi buralarda anlaşılıyor, şehirde değil. Evlerin çoğu bambudan ve çamurdandı. Köy meydanında kocaman bir Pipal ağacı vardı. Hem enine hem boyuna büyüyen heybetli bir ağaç. Buda’nın Nirvana’ya bir Pipal ağacı altında erdiğine inanılırmış. İşte bu ağacın dallarına doğru bakınca her yanının bir yanıp bir sönen ateş böcekleriyle kaplı olduğunu,  büyüleyici bir manzara teşkil ettiğini fark ettim. Yıldızlı gök gibiydi. Bu koca ağacın altında bir dost ile edilecek sohbetin hayalini kurmadan edemedim. Kim bilir ne derin sırlara vakıf olunurdu diye geçti içimden. Tam bu esnada köy bakkalı geldi ve 5 litrelik su şişesinden benzini aktardı motora, birer bademli süt aldık ve yola devam ettik. Uzun bir süre sonra nihayet şoförümüzle olan vuslata erdik. Ve konaklama yaptığımız şehre (!) doğru yol aldık. Bu detaylandırılmış anıyı anlatmamın sebebi bende uyandırdığı şu izlenimdir ki burada bizim kafamızdakinden, kaygılarımızdan, olması gerekenlerimizden çok daha farklı ve basit bir hayat vardı. Belki onlar da bizimle aynı refah seviyesinde yaşasalar aynı isteklere sahip olacaklardı ama bu şu an için önemli değil. Çünkü bu da normal denen mefhumun sabit olduğunu göstermiyor. Önemli olan, Türkiye’ye geldiğimde Nepal denen yerde geçirdiğim vakti hayal edince bana çok tuhaf bir yer olarak gelmesiydi.  

Bir defasında bir röportaj izlemiştim. Yirmili yaşların başındaki Çek bir kız tabir-i caizse bedenini satarak para kazanma kararı alıyordu, bir nev’i hayat kadınlığı yani ama daha yaldızlısından. Röportaj yapan kişi bu karardan annenin haberi var mı diyordu, o da hayır yok diyordu. Peki öğrense ne derdi sorusuna ise, sanırım pek bir şey demezdi, o çok açık görüşlü biri cevabını veriyordu. Bu güzel bir şey diye de tamamlıyordu. Bu ve az evvel anlattığım Nepal ve Nepal gibi yerlerdeki hayat yahut genel anlamda bize tuhaf, değişik gelen her türlü hayat tarzı, anlayış, fikir akla “acaba normal nedir” sorusunu getiriyor. Ve burada kişinin ufku açılmaya başlıyor. Demek ki dünya kendi çapından ibaret değilmiş bunu anlıyor. Bu evvela hayrete düşürüyor kişiyi, sonra keyif veriyor ve belli bir görmüşlük seviyesinden sonra da şöyle çetin bir görev yüklüyor kişinin omuzlarına: bunlardan hangisi veya hangileri normal, olması gereken sınırları içinde kalıyor? Bir tanesi mi, ikisi mi, üçü mü, hiçbiri mi; hangisi? Esasen bu son aşamaya dair şöyle bir gözlemim oldu ki herkes aynı düzeni izlemiyor, aynı cevabı bulmayı kendine vazife bilmiyor. Diğer bir deyişle bu aşamaya gelen kimi insanlar bu soruyu sorup bir arayış / kendi normallerini tetkik için kendilerine yönelmek yerine hepsi makbuldür, isteyen istediğini yapsın diyebiliyor. Ezan da serbest olsun, eşcinsel evlilik de demek gibi bir şey yani. Ancak bana sorarsanız bu kolaya kaçmanın en aşikar hali. Üstelik gizli bir hakaret de içeriyor diye düşünüyorum. Yani birbirini kabul edemeyecek iki düşünce varsa, her ikisine de var olsun diyerek her ikisini de hafife almış ya da en azından ciddiye almamış oluyorsunuz. 

Bunlar hep birer müşkil. İnsan zayıf ama tamamen aciz değil. Nepal güzel.