"World, world, o world! But that thy strange mutations make us hate thee, life would not yield to age" diye bir ifade kullanır Shakespeare. Bilmem anladınız mı? Uzun bir zamandan beridir hayal kırıklığına uğramak hissini tadmadığımdan olsa gerek, bütün bir insanlık nazarımda pek bir tadsız görünmekte. Aslına bakarsanız, şimdiki zaman hariç tüm zamanlar çekici. Ve "sahte jelibon ilişkilerden" tiksindiğim bir akşama daha merhaba. İsterim ki bu yazıcık sahiden gülmekliğinize sebep olsun.
--------------
Kaykay üzerine birkaç mülâhaza
"To be free" yazıyordu Fatih'te gördüğüm 50'lik dayının tişörtünde ve yazının üstünde bir kaykay resmi vardı. İşte kaykay denince aklımıza ilk çağrışan şeylerden ya da daha doğrusu çağrışması istenilen şeylerden biri bu: Özgür olmak (sanki kaykaya binmeyenler pranga işçisi ağzını kırayım).
1950'li yıllarda Kaliforniyalı gençler rüzgarsız günlerde sörf yapamadıklariçun yakınmaya başlamışlar. Dertleri de dertmiş hani. Ne yapsak ne yapsak diye yana yakıla dolanırken birinin aklına sörf tahtasına iki tekerlek çakmak gelmiş olacak ki kaykay denen harikulade alet arzda zuhur etmiş. İyiki de etmiş. O günden bu yana kaykay insan hayatına dahil olmuş.
İnsan dedik ama nasıl insan? Herkesin hayatına dahil olacak değil ya, çeşit çeşit adam var memlekette şimdi. Memuru var işçisi var fakiri var zengini var... Hâsıl-ı kelam var da var. Ama kaykay daha çok kime ait olmuş acaba işte sorduğumuz soru bu. Sanırım bu soruya biraz ayrıntılı cevap vermek gerekiyor. Zira kaykay yarım asrı birazcık geçkin tarihçesinde çeşitli konumlar almış. Tıpkı kot pantolon gibi. Öyle değil mi ki kot pantolon ilk çıktığında amelelerin (işçi) giydiği düşük seviye bir kıyafetken, şimdilerde 100-150 liradan bile gidiyor. Ya da tıpkı "selfie" gibi. Eskiden kendi fotoğrafını çekene alayla karışık mütebessim bir bakış atılırken şu an gayet alelade bir şey oldu.
Kaykay efendim, ilk çıktığında bir karmaşa koparmış. Sokaklarda çılgıncasına akıp giden gençler pek yakında kafalarını gözlerini yarmaya başlamışlar. Trafikte şurada burada her yerden çıban gibi çıkar olmuşlar. Bunun neticesinde kaykay belli bir dönem yasaklanmış. Birçok yasaklanan şey gibi kendi taliplerini oluşturmuş. Ve hala kırıntıları sezilebilen o arka sokak mayasını o zamanlar kapmaya başlamış. Zira düşünsenize bir; eylem çok farklı, oldukça heyecan verici, tehlikeli ve yasak. İşte o kendine özgü kişiliğini oluşturmaya çalışan birçok gencin aradığı şey! Böylelikle kaykay suçlulukla benzer bir zemine oturmuş ve zaman zaman milletin odunlarının çalınıp bir köşede kaykay rampası haline getirilmiş olarak arz-ı endam eylediği dönemler gelmiş. Gece yarıları bir tenekede ateş yakıp kafalarında bereleriyle birbirlerine kaykay hareketleri gösteren gençlik o dönemin gençliğiymiş herhalde. Lakin birçok şey gibi kaykay da aynı kalmamış. Bazen popüler olmuş bazen unutulmuş ve nihayetinde toplumdan kabul görüp suçluluktan yavaş yavaş sıyrılmış. Şu an ise dünya çapında turnuvaları olan bir spor dalı haline gelmeye aday bir halde. Efendiler kaykayın hikayesi böyle.
Ama bizim ülkede ne halde onu da sormak lazım tabii. Şahsen bu anlattıklarımın güzel Türkiye'mizde geçerli olmadığından eminim. Çünkü genelde kaykay dediğimiz eğer aranızda sitede büyümüş çocuklar varsa işte o babanızın aldığı şey, bendeniz gibi mahallede büyümüşler için ise kırtasiyede satılan ve hiç almadığımız zengin oyuncağı olmuştur. İstisnalar vardır elbet ama yasaklanma vb. olmadığı kesin. Zaten bilen bilir biz tornete binerdik. Kaykay da neymiş (ekmeğini taştan çıkaran dayı mode: on).
Ne ise. Biz sözü, kaykayı son zamanlarda ülkemizde etkisi bir hayli artan "slim fit" modasıyla beraber artık çoluk çocuğun elinde daha çok gördüğümüze getirelim. Ha, arada bir bendeniz gibi ulaşım aracı olarak kullanılabilir mi diye merak etmeyenler yok değil. Lakin Saraçhane parkının kenarındaki yokuştan aşağı kaptırıp kemâl-i süratle seyrederken birdenbire kaykayın freni olmadığını fark etmişler ve de bu sebeple kendilerini aşağı atıp ayaklarını pat pat pat yere vurmak suretiyle zor bela kurtulabilmiş ve bu hareketiyle âvâmın gözündeki bütün o artistliklerini bir anda kaybetmiş olabilirler. Bu dramdır.
Demem o ki efendiler, Beşiktaş'ta sürmek kolay, sıkıysa Fatih-Çarşamba'ya gelin. Ama önceden söyleyim, arabadan kafasını çıkarıp "o nasıl öyle gidiyo yea :D" gibi sorular soracak dünya tatlısı abilere şimdiden cevaplar hazırlamanız gerekiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder