22 Ocak 2015 Perşembe

Bulunduğum (bulunamadığım?) yer üzerine

Okumaya başlamadan önce şunu açınız:

https://www.youtube.com/watch?v=VKiG7IwNqG8

Bazen, kelimeler tıpkı gürültü gibidir.

Selamlarım sizi, boş sokağa bakan odamdan, katman katman duvarları yıkarak. Saat 03:21. Aslına bakılırsa saat kaç bilmiyorum, 3 ile 4 arası bir şey. Bakmak istemiyorum.

Bu yazı, zihnimin en mahrem odasının has bahçesinden koparılmış bir... bir nedir, bilmiyorum. Bu tamamen sizin atfettiğiniz değere bağlı. İsteyene gül, isteyene her neyse. Benim içinse, bunu yaptığım için bedelini günlerce ödeyeceğim bir zihin parçam desem yeterli olur sanıyorum.

Şimdi düşüneceksiniz, bu yazı ne ile alakalı? Düşünmeyecekseydiniz de artık düşündünüz. Sizi yönlendirdim buna. Kimliğime ait kelimeler kullanmayı yeğliyorum. Bundan sebep "manipüle ettim" yerine "yönlendirdim" dedim. Konuyla alakasız olsa da belirtmek istedim, her nedense.

Bu yazı uzun bir süre boyu bende olan bir düşüncenin ve nefretin zaman zaman da burukluğun eseridir. Yıllar boyu; toplamda 6, yoğun olarak ise 4 senedir düşündüğüm şey şu: neden düşüncelerimde tasnif edip durduğum topluluklardan birine ait hissedemiyorum? Bakın bu bahsettiğim somut bir şey değil. Örneğin bir zenbudist - hristiyan, memleketten örnek verirsek solcu - sağcı ayrımı gibi değil. Yani bahsettiğim bir ideoloji veya yaşam biçim ve ilkesi sahibi olmakla ilgili değil. Soruyu şöyle sorsam kendimi tam olarak ifade etmiş olurum umarım: neden bir toplulukla beraberken bir şeye aynı iştahla gülemiyorum? Sırıttığım olmuyor değil ama bu gülmek değildir, sırıtmaktır. Galiba bunun cevabı ile ilk sorunun cevabı aynı. Eğer buraya kadar okuyanınız varsa ki hoş, sizinle ilgi alanları konusunda pek anlaşamıyoruz, şu düşünce şimşek gibi çakacaktır kafasında: nasıl bir bağlantı var mezkur iki şey arasında? Bunu tam olarak açıklayamayacağımın farkındayım. Kim bilir, belki bir gün öyle bir teşbih bulurum ki her şey bir anda belirginleşir sizin için. Fakat o güne daha var ve ben şunu biliyorum ki, benzer insanlar benzer şeylere gülerler. Benzemenin de bir tasnifi var. En temeli karakter ve zeka bakımından olsa gerek. Bahsettiğim hangisine giriyor, bilmiyorum (şaşırdınız mı?). Görmenizi istediğim manzaranın kendisini değil ancak çerçevesini çizebiliyorum, ne kadar aciz bir dil, kendime kızıyorum.

Sadece kendime değil size ve yaşama da öfkeliyim. Peki neden? Bazen kibirli görünebilen bir insancığım ama böyle olmaktan da Allah'a sığınırım ve bilemem öyle görünmeden bunu nasıl ifade etsem. Demem o ki, neden bırakmıyorsunuz ki elimden damlayan kan kağıda düşerek dönüşse harflere? Hiçbir şey demiyor gibi göründüğümün farkındayım. Tuttuğum kalem naz ağacından benim. Her şeye dönemiyor dilim.

Bir kez daha bilmiyorum, haksız mıyım kendimi noksan görmemekte, aranızdaki yaygın isimlerden? Belki var özüm, yontulmamışım sadece. Kıramamaktayım kabuğumu. Gizli mi, açıkta değil mi daha? Ondan mı bunlar? Potansiyel yazmamak için uğraştığım kadar bu işle uğraşmadığımdan mı yani? Ama hayır, uğraşıyorum. Peki, neden beklediğimi göremiyorum? Aceleci miyim yoksa yozlaşan siz misiniz? Bir sebebi olmalı bütü.......

Ne diyorum yahu? Kime ne anlatıyorum? Devam etsem aynı tas aynı hamam olmayacak mı sanki? Olacak. Körler sağırlar birbirini ağırlar. Bu durumu bu deyimden daha güzel ifade eden ne olabilir? Hiçbir şey. Evet, siz yine bir şeyler yazan ama yazdıkları aslında hiç güzel olmayan insanları aranızda ünlü edeceksiniz ve onlar da devam edecek bu anlamsız koşturmacaya. Ben de devam edeceğim vaziyete anlam verememeye.

Yazmak istediğim onlarca sayfa var ama daha fazla izin veremem. Bu yazdıklarım da başıma sardığım tülbentten sızan kan lekeleridir.

Zihnim kanamakta. Yapmak istediğim ve yapılmak isteyen şeyler var. Kendime yapacağım şeyler var. Size yapacağım şeyler var. Bu seferlik susacağım. Çünkü hazır değilim. İşte bu yüzden kapının ardında bekliyor; burkuntu ve hiddet dolu bir sessizlik, son zamanlarda her fırsatta beklemiş olduğu gibi. Sadece hazır olmadığımdan değil hem, gitmem gerekecek birazdan beni nakışlarıma dek bilene. Tek bilene.

Ahenksiz bir bitiriş güzel olmaz mıydı? Olurdu. Olsun o zaman:

Muchos gracias amigos.

20 Ocak 2015 Salı

Gündelik bir karmaşa

29 Rebî-ül Evvel 1436
20 Ocak 2015
20:51

Mavi Oktav Defterleri'nden

Her gün karşılaşılabilecek bir olay: gündelik bir kargaşaya katlanma yolları. A'nın H'de oturan B ile sonuçlandırması gereken önemli bir iş anlaşması vardır. İş konusunda görüşmek için H'ye gidiyor, on dakika içinde hem gidiyor hem dönüyor geri ve eve varınca böylesine hızlı yürümesinden böbürleniyor. Ertesi gün, bu kez kesin anlaşmayı yapmak üzere, H'ye yeniden gidiyor. Bu da birkaç saat sürebileceğinden, A sabah çok erkenden yola çıkıyor. Eşlik eden bütün koşullar, en azından A'nın görüşüne göre, bu kez H'ye varması on saat sürüyor. Akşamleyin yorgun argın oraya vardığında  B'nin, A'nın gecikmiş olmasına kızarak, yarım saat önce A'nın köyüne gitmek için yola çıktığını, yolda karşılaşmış olmaları gerektiğini söylüyorlar ona. A'ya beklemesini öneriyorlar. Ama A, anlaşma konusunda kaygılandığından, bir an önce yola çıkıyor ve telaşla eve gidiyor.

Bu kez, pek farkına varmaksızın, bir solukta aşıyor yolu. Evde öğreniyor ki B sabahleyin gelmiş, A evden çıkar çıkmaz ve hatta, B kapının önünde onunla karşılaşmış ve anlaşmayı hatırlatmış ona, ama o, yani A, hiç zamanı olmadığını, acelesi olduğunu ve gitmesi gerektiğini söylemiş.

Bu anlaşılmaz davranışa karşın, B (A'ya böyle anlatıyorlar) orada kalıp A'yı beklemiş. Gerçekten, sık sık A'nın dönüp dönmediğini sormuş, ama hâlâ yukarı katta A'nın odasındaymış. Hâlâ B'yi görebileceği için mutlu, A merdivenleri koşarak çıkıyor. Tam tepeye varmışken tökezliyor ve ayak bilek kirişlerinden birini incitiyor ve acıdan bayılmak üzereyken, bağıracak gücü kalmamışken, karanlıkta inlerken, B'nin -çok mu uzakta, yoksa yanı başında mı, emin olamıyor bir türlü- öfke içinde ayaklarını çarpa çarpa merdivenden indiğini ve bir daha görünmemek üzere çekip gittiğini işitiyor.

Şeytanî Olan, İyi'nin suretine bürünür bazen, hatta bütünüyle onun vücuduna yerleştirir kendisini. Eğer bu gerçek bana gizli kalırsa, hiç kuşkusuz yenik düşerim, çünkü böyle bir İyi, gerçek İyi'den daha ayartıcıdır. Ama ya kendini benden gizleyemezse? Ya sürek avındaki şeytan güruhu beni dosdoğru İyi'nin içine sürerse? Ya iğrenç bir nesne olan ben, her tarafıma batan bütün iğne uçları tarafından yuvarlana yuvarlana, her yanım iğnelenerek, İyi'nin içine zorla tıkılırsam? Ya İyi'nin göze görünür pençeleri üzerime saldırırsa? O zaman bir adım geriler, bütün o süre boyunca arkamda benim karar vermemi beklemiş olan Kötü'den içeri usulcacık ve üzgün giriveririm.

[Bir hayat] Kokuşmuş bir kancık*, bir sürü enciğin anası, yer yer çürümüş, ama çocukken benim her şeyim olan, hiç peşimden ayrılmayan sadık bir yaratık, dövmeye yüreğimin elvermediği, adım adım geri çekildiğim, aksini yapmaya karar vermezsem eğer, beni duvarlar arasında, şimdiden gördüğüm köşeye sıkıştıracak, orada üzerime abanarak benimle birlikte bütünüyle kokuşacak, dilini irinli ve kurtlanmış elime yapıştırıp -bir onur mu benim için?- benimle son bulacak.

Kötü, şaşırtmacalara başvurur. Ansızın arkasına dönüp şöyle der: "Beni yanlış anladın." Kim bilir belki de gerçekten öyledir. Kötü, kendini senin dudaklarına dönüştürebilir, dişlerinin onu çiğnemesine izin verir ve bu yeni dudaklarla -daha önceki dudakların diş etlerinin üzerine böylesine yumuşakça oturmamıştır hiç- iyilik sözlerini ağzından çıkarırsın, sonra sen de şaşarsın bu işe.

*kancık: dişi köpek.

-----------------------------

Mesela bu bir kötü, bence.