Bazı günler yok olmayı düşünürüm. Yok dediysek ölmek değil, külliyen yok olmak. Yok olmak nedir? Yok olmayı hissetmeye çalışın lütfen, sizden istirham ediyorum. Nedir olmamak? Hiç olmayı hissedin. Var olmamayı hissedin. Anne karnı, bebeklik, gençlik, ihtiyarlık hülâsa dünya hayatını hayal edin. Ahiret diyarını hayal edin. Cennet, cehennem birine gittiğinizi düşünün. Ve sonra birden bire, evet aniden, ''yok'' olduğunuzu düşünün. Hissedin. Daha önce hiç yapmadınız bunu. Yapmaya çalışın. Yok olmak. Silinmek. Allah'ın sizi birdenbire yok ettiğini düşünün. Düşünün bu çıldırtıcı düşünceyi. Korkun. Yok olmanın korkusunu yaşayın. Varsayın ki dünyamız bir kıvılcım aydınlığında yok olacak ve.. ve yerine bir başkası konulacak. Ve siz de yok olacaksınız. Yok, yok, yok...
Felsefenin en büyük sorusu, işte en büyük kâbusu: bir şey var olmayabilecekken neden vardır?
''Neden, şu bizi hiçlikten ayıran 'ne olduğu bilinmeyen' var? Zamanların başlangıcında ne oldu da bugün var olan her şey, bu ağaçlar bu çiçekler, sanki hiç bir şey olmamış gibi sokaktan geçen bu insanlar doğdu? Hangi güç evrene bu biçimlerini verdi?''
Evrene bu biçimini veren gücün ne olduğu sorusunun cevabı lâ raybe fîh (şüphe içermeyen), en azından benim için, ama aklımın sınırlarını zorlayan bir şey var ki o da bana yapılan ikramın büyüklüğü. Varım. Hiç olabilecekken varım. Yok olmayı anımsayın ve yapılan lütfun büyüklüğü karşısında korkun. Nasıl teşekkür edebiliriz? Edilebilir mi? Havsalam almıyor, kalbimin bütün hücreleriyle de hissetmeye kalksam altından kalkamıyorum bu hissin. Var olmak. O ki El Hayy'ül Kayyûm'dur. Sayesinde hayat (canlılık) ve kaimlik (devamlılık) bulduğum Allah. Allah'ın en sevdiğim isimlerinden birisi El-Hayy. Fakat burada El Hayy'ül Kayyûm dememin bir sebebi var. Kayyûm ismini zikrettim zîra üzerinde durmak istiyorum.
Yaşıyorum, yaşıyorsunuz. Fakat bunun bir sonu olduğunu düşünün. Elbette ki ölüm var, ama ölüm bir son değil ancak bir geçiş kapısı. Dünya, ahiret, cennet, cehennem her neyse tüm bu merhalelerden geçip bir süre sonra da yok olacağınızı düşünün. Diyelim ki yaşamınız böyle bir kaçınılmaz sona müteveccih. Devamlılık yok hayatta, bir süre sonra bitecek. Kaim olmayacaksınız. Yaşamanın nasıl bir azap olacağını düşünün. Yapamayız ya madem, şöyle bir örnek vereyim; dünyada en çok sevdiğiniz varlık -örneğin- eşiniz olsun. Denilsin ki onunla ancak 10 sene beraber olabilirsin, sonrasında yok olacak. Bu 10 senenin nasıl geçeceğini düşünün. Hiç sevmemiş olmayı dileyeceksiniz belki de. İşte Allah o Allah ki, Kur'an-ı Hakîm'de şöyle buyurmuş:
Beyyine Sûresi
بسم الله الرحمن الرحيم
لَمْ يَكُنِ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ وَالْمُشْرِكِينَ مُنفَكِّينَ حَتَّى تَأْتِيَهُمُ الْبَيِّنَةُ
رَسُولٌ مِّنَ اللَّهِ يَتْلُو صُحُفاً مُّطَهَّرَةً
فِيهَا كُتُبٌ قَيِّمَةٌ
وَمَا تَفَرَّقَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ إِلَّا مِن بَعْدِ مَا جَاءتْهُمُ الْبَيِّنَةُ
وَمَا أُمِرُوا إِلَّا لِيَعْبُدُوا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ حُنَفَاء وَيُقِيمُوا الصَّلَاةَ وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ وَذَلِكَ دِينُ الْقَيِّمَةِ
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ وَالْمُشْرِكِينَ فِي نَارِ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا أُوْلَئِكَ هُمْ شَرُّ الْبَرِيَّةِ
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ أُوْلَئِكَ هُمْ خَيْرُ الْبَرِيَّةِ
جَزَاؤُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَداً رَّضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ ذَلِكَ لِمَنْ خَشِيَ رَبَّهُ
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle.
1- Kitap ehlinden ve müşriklerden (Hakk'ı) tanımayanlar, kendilerine açık delil gelinceye kadar inkârlarından ayrılacak değillerdi.
2- (Bu delil), tertemiz sayfaları okuyan, Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberdir.
3- O sayfalarda, en doğru hükümler vardır.
4- Kitap ehli, ancak kendilerine apaçık delil geldikten sonra ayrılığa düştüler.
5- Halbuki onlar, dini sadece Allah'a tahsis ederek, Allah'ı birleyerek, ancak Allah'a ibadet etmekle, namazı kılmakla ve zekatı vermekle emrolunmuşlardır. İşte dosdoğru din budur.
6- Kâfirler, gerek kitap ehlinden olsun gerek puta tapanlardan olsun muhakkak, cehennem ateşindedirler. Orada ebedî olarak kalacaklardır. Onlar, insanların en şerlileridir.
7- İnanan ve güzel amel işleyenler de insanların en hayırlılarıdır.
8- Rableri katında onların mükâfatı, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleridir. Orada ebedî olarak kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte bu mükâfat, Rabbine saygı gösterene mahsustur.
Dikkatinizi çekmek istediğim noktayı anlamışsınızdır. ''Orada ebedî kalacaklardır''. Bu ifade az çok Kur'an okuyan herkesin hatrına gelecektir (bu ifadeyi kullanmak zorunda kalınacak günlerde yaşamak ne acı, ne zehirli). Kur'an'da bir çok yerde geçmektedir. Bu kadar çok yinelenmesinde bir rastlantı mı vardır acaba? Hayır, hâşâ (asla). Allah bize demektedir ki: ''Ey kulum, bil ki korkmana gerek yok, bil ki ben vaadimden dönmem ve sana ebediyet vereceğim''.
Ey şu satırları okuyan dostlarım, bilmiyorum ne yapayım, ne edeyim ben? Nasıl, nasıl sevmeyeyim? Aklı veren de, mukayyed olan da O. Peki nasıl lâkayd olayım terbiyesine karşı? Nasıl kabul etmeyeyim Rabliğini? Değil mi ki diktiğimiz bunca heykel, verdiğimiz bunca eser ebediyet duygusundan? Yaşamak, hep hatırlanmak istemez miyiz? En büyük zaafımız değil mi? Ölümden niçin korkar bir insan? Ölüm kisvesinde yalnızlıktan korkmaz mıyız en çok, unutulmaktan?
Hayatta şükretmek için hiçbir şey bulamasak, sırf bu kâfidir. İnsan Hakk'a neden aşık olur, hafî değildir. Nitekim:
Ey kâinatın zât-ı a'lası.
Yandı uşşâkın kalbi şeydâsı
Bir aşk ki yoktur hiç intihâsı
Bir aşk ki geçmez hiç ibtilâsı
Bir aşk ki feryâd-ı zevk-ü sefâsı
Bir aşk ki zevkdir cevr-ü cefâsı
Her Mecnûn'un varsa Leylâsı
Leylâm sensin mevlâm sensin
Mevlâm sensin mevlâm sensin
Gökde yıldızlar, yerde çiçekler
Güller, bülbül ve kelebekler
Dünyada insan, arşta melekler
Bilcümle ekvân, yerler felekler
Feyz-ü ümîdi senden bekler
Devrân, seyrân bunca emekler
Maksûd sensin ey nûr, nûr-ı ekber
Leylâm sensin mevlâm sensin
Mevlâm sensin mevlâm sensin
Bu cümle âlem zâtınla meşhûn
Lâkin cemâlin kalbde metfûn
Metfûn mu? Hâşâ bir sırr-ı meknûn
Aşkınla sînem güya kânûn
Biçâre kalbim aşkınla pir-hûn
Mecnûn oldum, Mecnûn Mecnûn
Üftâde kim, ben Üftâde meftûn
Leylâm sensin mevlâm sensin
Mevlâm sensin mevlâm sensin
Bin cânım olsa kurban olsun
Varsın yolunda bişân olsun
Bir ân cemâle mihmân olsun
İsterse vuslat bir ân olsun
Varsın sonunda tûfân olsun
Varsın işim hep efgân olsun
Bu ânı bahşet ihsân olsun
Leylâm sensin mevlâm sensin
Mevlâm sensin mevlâm sensin
Razı oldum ya Rab, razı ol benden! Var oluşumun liyakatını taşıyamıyorum, beni bugün affet. Ve Efendim. Ah Efendim, sensin Peygam-ber'im (haber götürenim), reh-ber'im (yol götürenim), dil-ber'im (gönül götürenim), sensin.
On dakika olsun var oluşumuzun kerâmeti hakkında düşünerek geçirelim. Anlatmak istediğimin ne kadarını anlatabildim bilemem, derde giriftâr, hemhâl ettimse ne mutlu. Tekebbür Allah'a yaraşır, yüceltilmeye tek lâyık olan O'dur. Bencileyin haddimizi bilelim, rükû edip eğilelim, secde edip küçülelim. Bir gece bari olsun, tefekkür edelim. Gelin teşekkür edelim, hamd edelim (övelim). Gelin, Müslüman olalım!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder