1 Safer 1432
10 Mayıs 2015
19:05
Neden böyle bir şey yaptım? Bence insan bu soruyu her fiilin ardından sormalı kendine. Takriben 2 hafta evvel Ankara'daydım, orada bir güzel insan sayesinde tekrar fark ettim ki Farsça çok güzel bir dil ama ne yazık ki ben onu bilmiyorum. Sadi okuyabilmeyi gerçekten isterdim. Gelgelelim bu dili öğrenme ihtimalim de şu an için yok çünkü öncesinde yapmam gereken başka şeyler var. Bu gerçekten içime dert olmuştu ama elden gelen bir şey de yoktu. Madem öyle elimde olanlara rücû edeyim dedim. İngilizce yazan birini bulmaya çalıştım. Şüphesiz birçok seçenek var ama benim özellikle çevirmek istediğim 2 kişi oldu o esnada. Biri Shakespeare diğeri de Marshal Mathers (nam-ı diğer meşhur Eminem). Eminem nerden çıktı diyeceksiniz, ne alaka? Babamın tabiriyle nerden hortladı şimdi? Ben bilirim ki Allah Sâni'dir (sanatla yaratan). Her varlığa, her insana mutlaka bir haslet vermiştir. Bu adam, bence, her ne kadar iğrenç ve pislik bir herif de olsa çok ince bir zeka verilmiş kendisine. Bu sonuca henüz yeni yeni bilinmeye başlayıp kendini şöhretin yapmacıklı denizi içinde daha kaybetmemişken yazdığı sözlerden vardım (örneğin rapgenius adlı siteden "Remember me" adlı parçanın açıklamalarına bakabilirsiniz. Fakat bilin ki içerisinde bol miktarda müstehcen söz var dolayısıyla kendi sorumluluğunuzu üstlenerek bakın bakacaksanız) Bunu size bir yazıyla anlatmayı isterdim ama şu an bunu yapamam ne yazık ki.
Bu sebeple Shakespeare olsun dedim. Okuduğum oyunlarındaki teşbihler müthişti. Biraz araştırdım ve en sonunda 18. Sone'de karar kıldım. Ama şunu da söyleyim sonelerini açıkçası bu yazıyı yazarken ilk defa okudum. Fakültemiz hocalarından Aydın Gülan, Hukuk Kültürü adındaki derslerinden birinde malumatfüruşluk yapmak gibi bir ifade kullandı. Bu ifade bende çok yer etti. O sebeple özellikle belirtmek istiyorum ki ben de pek bir şey bilmiyorum soneler hakkında.
Lütfen okumaya başlamadan önce şunu açınız. Okuduğunuz şeyden %43 daha fazla lezzet alacağınızı iddia ediyorum:
https://www.youtube.com/watch?v=wa1FZwPURlw
(Ne var ki bu iddiamı çürütme ihtimaliniz de yok)
--------------
Shall I compare thee to a summer's day?
Thou art more lovely and more temperate:
Rough winds do shake the darling buds of May,
And summer's lease hath all too short a date:
Sometime too hot the eye of heaven shines,
And often is his gold complexion dimmed,
And every fair from fair sometime declines,
By chance, or nature's changing course untrimmed:
But thy eternal summer shall not fade,
Nor lose possession of that fair thou ow'st,
Nor shall death brag thou wander'st in his shade,
When in eternal lines to time thou grow'st,
So long as men can breathe, or eyes can see,
So long lives this, and this gives life to thee.
--------------
Seni bir yaz gününe benzetmek mi, ne gezer?
Çok daha güzelsin sen, çok daha cana yakın:
Taze tomurcukları sert rüzgârlar örseler,
Kısacıktır süresi yeryüzünde bir yazın:
Işıldar göğün gözü, yakacak kadar sıcak,
Ve sık sık kararır da yaldız düşer yüzünden;
Her güzel, güzellikten er geç yoksun kalacak
Kader ya da varlığın bozulması yüzünden;
Ama hiç solmayacak sendeki ölümsüz yaz,
Güzelliğin yitmez ki asla olmaz ki hurda;
Gölgesindesin diye ecel caka satamaz
Sen çağları aşarken bu ölmez satırlarda:
İnsanlar nefes alsın, gözler görsün elverir,
Yaşadıkça şiirim, sana da hayat verir.
(Şiiri kendim çevirmedim zira şiir çevirmek çok uğraştırıcı bir iş, o yüzden en çok tercih edilen çeviriyi alıntıladım, her ne kadar biraz hatalı olduğunu düşünsem de)
Bu -doğal olarak- en ünlü sonelerden biri. Ama onu tek başına değerlendirmek bir hata olur zira dizelerin açıklayıcı gücü; şairin gençliğin güzelliğini lâyıkıyla tasvir etmesi -ya da edememesi-; ve de ölümsüzlüğün bu "sonsuz dizeler" sayesinde aktarılması açısından diğer birçok sonenin temalarıyla bağlantılı (meselâ 1-17 arası soneler doğurganlık temalıydı, Adil Lord'u çocuk sahibi olmaya iknayı amaçlıyordu). Şairin, yeryüzünde insanlar nefes aldıkça dizelerinin yaşayacağına dair tam bir güven içinde olması fakat daha sonra zayıf zekâsı ve naçizane dizeleri için özür dilemesi dikkate şayandır. Onların gençliğin ihtişamını kuşatamadığını, kavrayamadığını söyler. Lâkin bu sonede, belki de aşkının ilk günlerinde [sonelerin otobiyografik olduğu söylenir nitekim Wordsworth* de bu kanıdadır (Shakespeare sonelerle gönlünün kilidini kırdı)], kendinden hiçbir şüphesi yoktur ve gençliğin o sonsuz yazı şairin satırlarında saklıdır.
Şair başarılı bir yöntem izler bu sonede. Şiir, işlevini yani gençliği yüceltmeyi ilginç bir yol ile, kötüleme yöntemi ile yerine getirir. Yaz günü birçok açıdan yetersiz bulunmaktadır (çok kısa, çok sıcak, çok zorlu, bazen soldurucu) ama ilginç bir biçimde yüceltme işlevi hepsinden yeterince alınarak yapılmıştır ve ortaya sevimlilik (loveliness) çıkmıştır. Evet, sevgili aslında kusursuz bir yaz günü gibidir; güzeldir, cana yakındır, güneşlidir, ısıtıcıdır, Mayıs ayının nazenin tomurcuklarından biridir. İşte bu şekilde sevgilinin güzellikleri mukayese yöntemi ile göz önüne çıkarılmıştır.
1609'daki Çeyrekboy Kitap Hâli (Quarto Version)
Shall I compare thee to a Summers day?
Thou art more louely and more temperate:
Rough windes do ſhake the darling buds of Maie,
And Sommers leaſe hath all too ſhorte a date:
Sometime too hot the eye of heauen ſhines,
And often is his gold complexion dimm'd,
And euery faire from faire ſome-time declines,
By chance, or natures changing courſe vntrim'd:
But thy eternall Sommer ſhall not fade,
Nor looſe poſſeſſion of that faire thou ow'ſt,
Nor ſhall death brag thou wandr'ſt in his ſhade,
When in eternall lines to time thou grow'ſt,
So long as men can breathe or eyes can ſee,
So long liues this,and this giues life to thee,
Eski İngilizce ne kadar da değişik geliyor insana. Lâkin azıcık bir uğraşla bir İngiliz 400 sene evvelki dilini anlayabiliyor. ſ = s çıkarımını yapsa bile çoğu kelime anlaşılır oluyor. Fakat biz 100 sene evvelini anlayamayacak kadar cahil hâle geldik ve gûya tarihten ders çıkaracağız. Heyhat, ne ilerleme ama!
—Şerh Kısmı
Öncelikle belirteyim bu şerh (detaylı açıklama) işini yabancılardan başka yapan yok, madem öyle bari onlarınkini çevireyim dedim (üstteki kısımlar da çeviri kendi yorumlarım değil) ve bu işi yapan birine mail attım Türkçe'ye çevirebilir miyim diye, o da bana şöyle bir cevap verdi:
"Hi Hearun". Nükteyi fark edemeyip ismimin böyle olduğunu düşünenler oluyor ve nedense bana çok gülünç geliyor. Halbuki olağan bir şey. Yeri gelmişken bundan da bahsetmek istiyorum. Bundan 2-3 sene kadar evvel kim hatırlamıyorum ama birisi bana böyle seslendi ve o gün nedense tuhafıma gitti. Arada sırada oyunlarda ve sair yerlerde takma isim olarak yazmaya başladım ve fark ettim ki insanların da ilgisini çekiyor. Bunun sebebini tam anlayamadım ama soranlara bir açıklama geliştirdim kendimce; şimdi Harun ismi Arapça'da elif ile yazıldığından (هارن) dolayı e~a arası bir sesle okunur. Ben de bu sebeple öyle yazıyorum demeye başladım. Böyle tutturduk gidiyoruz bakalım sonumuz hayrolsun. Sanırım şerh kısmına geçebiliriz artık. Ha unutmadan, bu kısmın hepsi çeviri değil içine eklemeler yaptım yorumlar anlaşılır olsun diye (1752'deki takvim olayı meselâ).
1) Seni bir yaz gününe benzetmek mi, ne gezer?
Bu genelde "seni bir şeye benzetecek olsam neye benzetirdim?" anlamında kullanılan bir kalıp. Sevilen ile doğadaki güzellikler arasında yapılan mukayeselerle arka zeminde bu soruya cevap aranır. Shakespeare bu işi çok iyi yapar, öyle ki sonelerin etkilerini Wordsworth'ün dizelerinde bile görmek mümkündür.
We'll talk of sunshine and of song
And summer days when we were young
Sweet childish days which we were as long
As twenty days are now.
(İngiliz aksanıyla okursanız kafiyeli olur)
Güneş ışığından konuşacağız, şarkıdan
Ve yaz günlerinden hani biz gençken
O tatlı, çocuksu günlerden ki
Bir tanesi, yirmi güne denk gelir şimdi
(Bu dörtlüğü ben çevirdim inşallah beğenirsiniz :3)
Böylesi anımsatmalar elbette kronolojik sırayla da ilgili fakat "yaz", "günler", "şarkı", "tatlı" gibi kelimelerin üst üste kullanılmasıyla bu etkiyi daha sarih (sarih = açık, bu kelimeyi kullanmış olmak istedim de :3) bir şekilde görebiliriz.
2) Çok daha güzelsin sen, çok daha cana yakın:
Gençliğin güzelliği bir yaz gününden bile daha güzeldir. Daha sıcak, daha nazik, daha dengeli. Oysa bir yaz günü gayet ölçüsüz olabilir, tıpkı aşağıda anlatılacağı gibi.
3) Taze tomurcukları sert rüzgârlar örseler,
Çeviride "taze tomurcuklar" denmiş ama metnin esasında taze tomurcuklar değil Mayıs'ın biricik tomurcukları deniyor. Shakespeare'in zamanında Mayıs bir yaz ayıydı (İngiltere Gregoryen takvimine 1752'de geçti. Daha evvelinde şimdikinden en az 2 hafta geri bir yıldız ayarlı takvim kullanıyordu - Sidereal calendar). Mayıs'ın biricik tomurcukları, yaz başlarının o güzel, pek sevilen tomurcuklarıydı; çiçeklerdi.
4) Kısacıktır süresi yeryüzünde bir yazın:
Yaz mevsimi senede bir yer tutar elbet, ama bu pek kısadır ve erken biter. Şair ne kadar da haklı!
5) Işıldar göğün gözü, yakacak kadar sıcak,
Bir başka çeviriden kaynaklanan fark. "Göğün gözü" değil aslında "Cennetin gözü"dür o (the eye of heaven). O dediğimiz kim? Güneş.
6) Ve sık sık kararır da yaldız düşer yüzünden;
"kararır yüzü" denmiş çeviride, metnin esasında ise "altın teni" ifadesi kullanılmış (his gold complexion). Güneşin altın teni, ne çarpıcı bir teşbih.
7) Her güzel, güzellikten er geç yoksun kalacak
Ve her güzel şey zamanla düşer gözden. Hiçbiri de kalamaz zirvede.
8) Kader ya da varlığın bozulması yüzünden;
Şans eseri midir yoksa inişli çıkışlı yapısından mıdır bilinmez; tabiat düzensizdir. Düzensiz — bu kelime doğadaki diğer varlıklara atıf yapıyor olabilir fakat daha önceki sonelerde zikredilen varlıklara da atıf yaptığı düşünülebilir. 1-17. Soneler doğurganlık (procreation) temalı olduğundan meselâ kadınlara (hehe).
9) Ama hiç solmayacak sendeki ölümsüz yaz,
Birkaç dize sonra sözü verilen sonsuzluğa bir atıf.
10) Güzelliğin yitmez ki asla olmaz ki hurda;
Burası son derece açık. Şunu belirtmekte fayda var lâkin ow'st = ownest, possess.
11) Gölgesindesin diye ecel caka satamaz
Burada çeşitli "yarım taklitler" var. Yani üslub olarak. İncil'den olanlar muhtemelen şunlar: "Ey Ölüm, nerede iğnen? Ya da kabir, nerede zaferin?". Burada ölümün hayat üzerinde kurduğu üstünlükler ile övünmesine bir nevi meydan okuma var. Psalms 23:4 de bunlara eklenebilir: "Yea though I walk through the valley of the shadow of death I will fear no evil... (En karanlık vadiden geçerken bile hiçbir musibetten korkmayacağım...)"
Klasik edebiyatta gölgeler, ruhlar aleminde (yeraltı dünyasında, cehennemde; hülâsa kötü bir yer) ne dediği anlaşılmayan hayaletler gibi uçuşur. Shakespeare ise bunu Virgilius'un 6. Aeneid kitabında Aeneas'ı ruhlar alemine yollamasından biliyor olabilir.
12) Sen çağları aşarken bu ölmez satırlarda:
Burada satır diye çevrilen kelime "line" esasen çizgi manasına gelir. Yani burada Shakespeare bir soyağacı çizgisinden bahsediyor da olabilir. Fakat Adil Lord'u çocuk sahibi olmaya ikna etme çabaları 17. Sone'de bittiği için temaya ters düşen bir yorum ve zayıf bir ihtimal.
13) İnsanlar nefes alsın, gözler görsün elverir,
Gayet açık, cüretkâr ve -en azından şimdiye dek- yerinde bir iddia.
14) Yaşadıkça şiirim, sana da hayat verir.
"Bu mısralar seni işte bu şekilde yaşatıyor, ödüllendiriyor, yeniliyor" der gibi.
İnsan yine de ufak, eser mahiyetinde bir duyguyla kalakalıyor: belki de gençliğin güzelliği bir yaz gününden bile fazla sürmeyecektir, şairin bu mağrur böbürlenişine rağmen.
----------
Most of the credits goes to: www.shakespeare-sonnets.com
Sayounara!
*William Wordsworth (1770-1850), İngiliz Romantizminin kurucularından sayılan şair.
teşekkürler.
YanıtlaSilOkurken çok eğlendim, teşekkürler
YanıtlaSil