26 Temmuz 2015 Pazar

Bir günün sonunda efkar

Merhaba dostlar. Size Iran`dan yaziyorum. Buradaki klavyelerde bazi harfler yok, o yuzden yazinin ilk kismi boyle. Uzun ve macerali bir yolculuktan sonra nihayete erebildik cok sukur. Simdi bir kutuphaneden internete giriyorum ve Ramazan`da yazdigim bir yaziyi sizinle paylasmak istiyorum. Zamaninda basligina "Bir günün sonunda efkar*" demisim.

-------------------

Bir yığın erkek çocuğuyla bir camideyim. Onlar bir balonun peşinde deli gibi koşturuyorlar, ben de oturduğum kenardan, uzaktan onları izliyorum. Çıkan sesi tahmin edebilirsiniz. 15 tane mısırı tencereye koyup patlatmaya başlayın, öyle bir şamata işte. İzliyorum, izlerken düşünüyorum, değmeyecek bir şeyin peşinde böyle deli gibi koşup yorulmak onlara neden böyle güzel geliyor diyorum. Akıllarını kullanamıyorlar yeterince, burası açık. Ama neden? Kendim yaşında 15 kişiyi bir balonun peşinde düşünüyorum oldukça tuhaf geliyor. Peki bu neden tuhaf geliyor acaba? Neden alışık değilim ki böylesi bir hâle? Benim yaşımdaki insanlar saatlerce diziler izleyebiliyor. Bu da pekalâ akıllıca değil. Hatta denilebilir ki çocukların yaptığı vücudu harekete geçirdiği için belki daha akıllıca.

Yaş büyüdükçe olgunlaşıyor muyuz? Eskiden balon hepimizin hoşuna giderken şimdi neden o kadar da cazip değil, bu hâle nasıl geldik? Büyüdük elbette, ama insanın büyümesi ile olgunluk neden orantılı olsun? İlkokulda, lisede gördüğümüz dersler mi bizi olgunlaştırdı? Cevabınız evetse sorayım, fen bilgisi dersinin nasıl bir etkisi oldu meselâ? Sorular uzayabilir. Cevap olarak Allah'ın hikmeti deyip geçmeli miyiz? Yeri gelmişken, acaba hikmet nedir? Kullandığımız kelimeler kimliğimizi teşkil ediyor ve biz bunun ne kadar farkındayız?

Bunu birine sormuştum. "Hikmet, varlığı olduğu gibi algılamaktır" demişti.

Allah'ın hikmetinden ötürü olgunlaştığımızı varsaydık, ya olgunlaştığımız falan yoksa? Sadece çocuksu eğlencelerimizin şekli değişiyor fakat özünde yine o amaçsızlık sabit kalıyorsa? Yahut olgunlaşanlar varsa, bunlar yaşları büyüdüğü için mi olgunlaştı? Bu sorudan sonra gülesim geliyor. Bazen defalarca gülüyorum. Utanarak, dişlerimi sıkarak gülüyorum. Bazı şeyler hatırlıyorum çünki. Bence olgunlaşmak yaş ile  ilgili değildir. Ya da sadece onunla ilgili değildir desem daha doğru olur. Yaş büyüdükçe aklımızın haznesi genişler fakat olgunlaşmak bunu ne kadar kullandığımıza bağlıdır. Yalnızca kabiliyet arttığı için bir şey değişmez mühim olan cârî olandır. Aklı kullanmaktır mühim olan. Fakat bu da sıkıntılı bir konu. Zira Batı menşeili bir hayat anlayışı akıllı olmayı bencillikle eş tutuyor. Bir çeşit uyanıklıktır o öğretiye göre akıllılık. Bu tanım onlara göre doğrudur fakat doğrular değişir, hakikat değişmez. Ben bunu akıllı olmak tarifi olarak kabul etmiyorum, sadece hak olan şeylerin söylendiği bir yerden alıyorum ben akıllı olmanın tarifini. Bu kısımdan sonra akıllı olmaktan anladığım ve meseleye bakan bir kısmı naçizane tarif edeceğim.

Ezcümle, akıllı olmak önce hayatı ciddiye almak sonra da bu hayatı ciddiye almamaya karar vermektir.

Burada 2 aşama var, birinden birini yapmayan insan bence akıllı ve dolayısıyla olgunlaşmış olamaz. Bu ne demek? "Haydi, terk-i dünya eyleyelim!" mi demek istiyorum? Hayır, esasen terk-i dünya da pek akıllıca bir iş değildir. Çünki buna yaratılışımız müsait değil. Yeri geliyor hasbelbeşeriyye diye bir şey diyoruz değil mi? Öyle işte. Önce neyin neden ve ne için var olduğunun önemini kavramaktan geçiyor iş.

Terk-i dünya değil fakat "terk-i hubb-u dünya"dır (dünya sevgisini terk), bize gerekli olan. Bu ise her işi ciddiye almakla fakat diğer yandan "bunu yapıyorum ama bu benim için bir amaç haline gelmemeli" demekle olur. Bir ayyaş asla olgun bir adam değildir. Zira o hayatı ciddiye almamıştır. Asıl amacımız öyle bir şey olmalı ki, emeğine değmeli. İşte bu dengeyi tutturmak akıllı ve olgun insanların bir yönüdür. "Zühd" sahibidir olgun kişi. Ne demişti birisi, "cimrilik bütün insan deliliklerinin en gülüncüdür". Ne kadar hikmetli bir söz değil mi? İşte bir insan bir veçheden olgunlaşmışsa, dünyanın kendisine telkin ettiği hırsları terk ederek olgunlaşmıştır. Zira bilir ki değmez, akıllıca olan değecek şeye hırs etmektir. Bunların ne olduğu ise bellidir. Hatta yazılı olarak bellidir. Arayan bulacaktır.

Şimdi düşünüyorum ciddiye aldığım onca şeyi ve gülüyorum. Farkında olsam da olmasam da, bazı gereksiz şeyleri hâlâ ciddiye alıyorum. Eğer nasibimde varsa ileride bunlara da güleceğim. Belki de mizacımın bu özelliğinden ötürü gülünç hallerini gayet doğal, samimi ve ciddi olarak sürdürenlere gülüyorum. Kimseyi kırmak istemem ama meselâ mesajlarının sonuna ısrarla nokta koyarak yazanlara gülümsüyorum. Ciddi/mesafeli görünmek için kötü bir yol zira. Ama belki noktalama işaretlerine dikkat etmek istiyordur, orası ayrı mevzu. Gülüyorum üniversiteye başladığımdaki halime, bu seneye başladığımdaki halime gülüyorum. Sene içinde ciddiye aldığım şeylere gülüyorum. Bir arkadaşımla oturup konuştuğum şeylere. Basit meselelerimizi bu kadar büyütüşümüze, o çocuksu narsistliğimize** gülüyorum. Çocuk insanlarız biz. Siddhartha'dan*** kaçmışız. Hâlâ olgunlaşmamışız. Stavrogin gibi, gülüyorum. Gülüyorum ama belki de bir farkındalık olması için bunları yaşamak gerek.

Gülmeyi bir kenara bırakırsam, belki de şöyle bir şey demek istediğim:

Neşeli bir sesle konuşmayı sürdürdü. ''Hiç hayatın anlamını düşündün mü?''
-Aşktan  başka anlamı yok.
-Makyajını bitirdin mi?
-Bir dakikaya kadar biter.

Ömer ısrar etti. ''Seni hiç rahatsız etmiyor mu sevgilim çevremizde ciddi bir dünya varken bizim eğlenmemiz?''
Warda coşkulu bir sesle gülerek, ''Görmüyor musun asıl ciddi olan biziz etrafta dünya eğlenirken''

Okuduğum bir kitapta denk gelmiştim bu kısma. Daha önce yaşamış biri ile aynı şeyi düşündüğümü görünce tuhaf hissetmiştim ve yazıya eklemeye karar vermiştim. Bu konuşma dünyayı boşverip yalnızca gönül oyunlarına vakit ayıran bir çiftin konuşması. Demek istediğime bir başka açıdan yaklaşmış yazar. Öyleyse size içinde akıllı bulduğum birkaç insanın bulunduğu bir hikâye de ben anlatayım:

O sihirbazlar Firavun'a geldiler: "Galip gelirsek bize muhakkak mükâfat var değil mi?" dediler. "Evet" dedi (Firavun), "Üstelik o zaman benim yakınlarımdan olacaksınız." Sihirbazlar, Musa'ya: "Ey Musa! Önce sen mi hünerini ortaya koyacaksın, yoksa biz mi?" dediler. Musa, "Siz atın" dedi. Atacaklarını atınca herkesin gözünü büyülediler ve onları dehşete düşürdüler. Doğrusu büyük bir sihir gösterdiler. Biz de Musa'ya "Sen de asânı bırakıver." diye vahyettik. Birdenbire asâ, onların bütün uydurduklarını yakalayıp yutuverdi. Artık hakikat ortaya çıkmış ve onların bütün yaptıkları boşa gitmişti. Orada mağlup olmuş ve küçük düşmüşlerdi. Sihirbazlar hep birden secdeye kapandılar. "Âlemlerin Rabbine iman ettik." dediler. "Musa'nın ve Harun'un Rabbine." Firavun: "Ben size izin vermeden iman ettiniz ha!" dedi. "Şüphesiz bu bir hiledir, siz bunu şehirde kurmuşsunuz, yerli halkı oradan çıkarmak istiyorsunuz, sonra anlayacaksınız!". "Ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim, sonra da bilin ki, sizi astıracağım."

Hepimizin bildiği bir kıssa. Sihirbazlar önceden talep ettikleri dünya metaını, hakikati gördükleri anda terk ediyorlar. Elleri ve ayakları, hatta canları pahasına... Bu ne samimiyet, bu ne aşk. Bunlar akıllı/olgun, özenilmeye lâyık bulduğum insanlardandır işte. Akıllı olmak samimiyeti de gerektirir.

İşte böyle. Aşk ne geniş bir mefhum değil mi? Kafka "dünya ile olan savaşında dünyanın yanında ol" demiş. Ben de tam tersini diyorum, dünya ile olan savaşında insan kendi yanında olmalı. Lâkin dünyayı da öldürmemeli. Vur deyince ruhban olmamalı.

Şimdi durup bakıyorum pencereye doğru, eğik açıyla içeri süzülen altın rengi huzmelerde neyin parçası olduğunu bilmediğim parçalar sanki raks ediyor. Bu parçalar soluduğumuz havada hep var da biz neden görmüyoruz acaba diye düşünüyorum.

Son derece durgun bir an, her tarafa sükûnet hâkim. Çocuklar gideli çok oldu, câmi boş.

Tıpkı, dolu sandığımız birçok şey gibi.


Yorgun gözümün halkalarında
Güller gibi fecr oldu nümayan,
Güller gibi... sonsuz, iri güller
Güller ki kamıştan daha nalan;
Gün doğdu yazık arkalarında!
Altın kulelerden yine kuşlar
Tekrarını ömrün eder ilân.


Kuşlar mıdır onlar ki her akşam
Alemlerimizden sefer eyler?
Akşam, yine akşam, yine akşam
Bir sırma kemerdir suya baksam;
Üstümde sema kavs-i mutalsam!
Akşam, yine akşam, yine akşam
Göllerde bu dem bir kamış olsam!

-------------------

*Efkar: Fikirler demektir. Örn: Yine efkarlandın hayırdır? ~ Yine düşünceli düşünceli duruyorsun?

**Narsist kelimesi Yunan hurafelerindeki Narcissus'tan gelmektedir, efsaneye göre Narcissus o kadar yakışıklıymış ki bir gün suda kendi yansımasını görmüş ve ona yani kendine aşık olmuş. Yansımasına bakmaya doyamamış ve ölene dek orada kalmış. Daha sonra oradan bir çiçek çıkmış. O da Nergis çiçeğiymiş, çiçeğin adı da buradan gelmekteymiş.

***Siddhartha Hermann Hesse'in Budizm'den esinlenerek yazdığı bir roman. Aynı zamanda Budizm'in kurucusu Gotama Buda'nın ismi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder