Tebriz'de Makberetu'ş-şuarâ isminde bir yer vardı; bir şairler mezarlığı. En meşhur misafiri de Muhammed Hüseyin "Şehriyar"dı. Haydar Babaya Selam şiirinin şairi. Şu an bir an müzeye çevrilmiş olan o yeri ziyaret etmiştik. Müze olduğundan artık kimse defnedilmiyordu ve içeri girdiğinizde Şehriyar'ın kendi sesinden şiirlerini dinleyebiliyordunuz.
Size biraz Şehriyar'dan bahsedeyim. İranlıların Klasikler olarak addettiği 4-5 kişi vardır. Bunlar Hafız, Sadi, Ömer Hayyam, Mevlana ve Ferdosî denebilir. Belki aralarına Feridüddin Attar da eklenebilirse de gördüğünüz üzere hepsi çok eskiden yaşamış kimselerdir. Fakat Şehriyar onlar için öyle değerli bir şairdir ki henüz 30-40 sene önce vefat etmiş olmasına rağmen bir klasik değerindedir. Modern dönemin Hafız'ı derler onun için. Her ne kadar Hafız'ın anlatımı sembolizme yakın olsa da büyüklük açısından benzeştirirler ikisini. İşte böyle severler bu Azeri asıllı şairi. Daha detaylı öğrenmek isteyenler için şöyle bir link bırakayım:
http://www.edebiyadvesanatakademisi.com/edebiyad/525-sehriyar_hayati_ve_edebi_kisiligi.html
''Heyder Baba, ıldırımlar şakanda,
Seller, sular şakkıldayıb akanda,
Kızlar ona saf bağlayıb bakanda,
Selâm olsun şevkatize, elize,
Menim de bir adım gelsin dilize.''
İran'da Şehriyar ile ilgili bir hikâye dinlemiştim. Oldukça etkilendiğim için sizinle de paylaşmaya o zamandan karar vermiştim. ( http://say43please.blogspot.com.tr/2015/06/302-gazel.html?m=1 linkli yazıda bu yolculuğun mazisine dair bir şeyler görebilirsiniz.)
Tebriz'deyken bir akşam, karanlık ağır aksak çökmeye başladığı zaman, İl Gölü'ne (eski adıyla Şah Gölü'ne) gidip geceyi orada geçirmeye karar vermiştik. Bu bizim için bir ilk olacaktı. Zira yanımızda sırt çantamızdan başka hiçbir şey olmadan gidecektik.
Nitekim gittik de. Son derece canlı bir yerdi. Her tarafta insanlar, gölün ortasında bir restaurant, gölün etrafında kampçıların kurduğu çadırlar ve daha dışta kafeterya tarzı dükkanlar vardı. Fakat insanlar genelde yere bir örtü serip kendi getirdiklerini yemeyi tercih ediyordu. Biz de öyle yapmıştık. Bir çobanın sofrası neyse bizimkisi de hemen hemen oydu. Fakat bu anıyı benim için özel kılacak olan şey bunlar değildi.
Göle düşen ayın aksini izleyerek başladı gece bizim için. Komşularımızdan gelen çay ikramı ile muhâtabım anlatıyor ben de dinliyordum.
Vakt üzamanında Tebriz'de doğan Şehriyar, gençlik çağlarında Tahran'da tıp fakültesini kazanmış. Şair ve yağız bir delikanlı olmasının da etkisiyle birçok kimsenin gönlünü kazandığı söyleniyor. Tıp fakültesinin son sınıfındayken Allah'ın bir kuluna fena halde vurulmuş. İsmi Süreyya'ymış. Çok istese de evlenememiş onunla. Zira kızın babası bir askermiş ve sarayda makam mevki sahibi biri kızına talip olmuş. Kızlarının zengin ve saygın biriyle evlenmesini istemişler. Kız da eğer onunla evlenmezse başlarına çok işler geleceğini ileri sürmüş ve mecburen o adamla evlenmesi gerektiğini söylemiş. Şehriyar'ın böylesi bir gelişme karşısında nasıl hissettiğini anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalır sanıyorum. Son sınıfta okulu bırakmış. Olaylar böylesi bir cereyana kapılmışken bir yandan da Şehriyar şiirlerini Türkçe yazabilmek (o zamanlar İran'da Türkçe yasaktır) için mücadelede veriyormuş. Gel zaman git zaman, bu çabalarından ötürü hakkında bir sürgün kararı çıkmış. Olanlara rağmen delikanlı hâlâ sevmekteymiş kızı. Gitmeden evvel kızın annesine "zaten sürgüne gidiyorum, ne olur söyle de bir gece göreyim onu, Behçet-Abad Parkı'na gelsin" demiş. Behçet-Abad onların fakülte zamanlarında gitmeyi sevdikleri bir yermiş.
O gece sabaha kadar orada onu beklemiş. Lâkin beyhude beklemiş. Beklediği gelmemiş. O gece Şehriyar içine düştüğü hali yazdığı bir şiirle şu şekilde tasvir etmiş.
Behcet-âbad Xatiresi
Yıldız sayarak gözlemişim her gece yâri
Geç kalmadadır yâr, gene olmuş gece yâri.
Gözler asılı, yok ne karaltı ne de bir ses;
Batmış kulağım, gör, ne düşürmekteydi dari¹.
Bir kuş uyanığım diyerek arada inilder,
Bazen de ona yel der: ninni kuş apari²
Yatmış hepsi, bir Allah uyanıktı bir de ben,
Benden aşağı kimse yok ondan da yukari
Korkum buydu: yâr gelmeye şimdi açıla sabah,
Bağrım yarılır, sabahım, açılma sen bari!
Tan yıldızı ister çıka, göz yalvarır çıkma!
O çıkmasa da yıldızımın yoktu çıkari!
Gelmez, tanırım bahtımı şimdi ağarır sabah;
Kaş böyle ağardıkça işte baş da ağari.
Aşkın ki kararında vefa kalmayacakmış;
Bilmem ki, tabiat niye koymuş bu karari!
Sanki horozun son ötüşü hançerdi, sokuldu;
Sinemde yürek varsa, kesip girdi damari...
Alay ile açıldı seher söyledi: durma,
Can korkusu var aşkın, kaybettin bu kumari
Oldum kara gün ayrılalı o sarı telden,
Bunca kara günlerdi eden rengimi sari
Öyle ki beni yaprak gibi hicrânla sarartıp
Baksan yüzüne, sanki kızıl güldür kızari
Gözyaşları nereden akarsa beni bulur
Deryaya bakar, bellidir çayların akari
Şafağın mihrabında kendimi secdede gördüm,
Kan içre gamım yok yüzüm olsun sana sari³
Aşkı var idi Şehriyâr'ın güllü çiçekli
Yazık ki kaza vurdu hazan oldu bahâri
¹ Öyle sessizdi ki bir darı düşse yere duyardım.
² Ninni kuş haydi uyu sen de.
³ Yüzüm yok sana bakacak.
Bundan sonra Şehriyâr Nişabur'a sürgüne gitmiş. Zaman geçmiş, köprünün altından çok sular gelip gitmiş, Şehriyâr'ın sevdası başından gitmemiş. Bir gün hastalanmış, yataklara düşmüş. Sürgünde olsa da bir izin alınarak Tahran'a getirilmiş. Orada ziyaretine, vefasız yâri gelmiş. İhtiyar delikanlı bu gelişe şöyle yanıt vermiş.
9. Gazel
آمدی جانم به قربانت ولی حالا چرا
بیوفا حالا که من افتادهام از پا چرا
(Amedi canem be gorbanet veli hâlâ çera
Bivefa hala ki men oftadem ez pa çera)
Geldin, canım sana kurban ama şimdi neden?
A vefasız, şimdi ki ele ayağa düştüm neden?
Sen devasın ama Sührab'ın ölümünden sonra geldin
Taş kalpli, daha önce isteseydin, şimdi neden?
Nazlı yâr, nazına bir ömür gençlik vermişim
Var git gençlere nazlan, bana neden?
Gökyüzü kavuşmak isteyenlerin haline ağlıyorken
Hayretteyim, dünya parçalanmıyor neden?
Gül'ün hasretiyle tutuşan hazin bülbül
Suskunluktu vefanın şartı, bu çığlıklar neden?
Ey Şehriyar, yâr olmadan çıkmazdın yola,
Bu kıyamet yolculuğunda, yapayalnız gitmek neden?
Dinlediğim en dokunaklı hikâyelerden biriydi. Sonradan okuyunca öğrendim ki şairin hayatı da öyleymiş. Size tavsiyem bu gazelden sonra bir de şairin Yar Kasidesi adlı şiirini okumanız.
Hikâye bittikten sonra ne mi oldu okuyucu, aziz okuyucu? Sabah ile buluşmak üzere uzandım toprağa. Örtüsüz, yastıksız; düpedüz. Farklı bir zamana aitmiş gibi hissetmenin heyecanı içinde idim. Rüzgar bedenimin üzerinden akıp giderken çeşitli şeyler düşünüyordum. Evrendeki en büyülü olgulardan biri olan gecenin içinde, göğe doğru yitip giden uyuşuk bir gitar tınısı olmak nasıl bir histir acaba, gibi.
Selâmetle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder