Kısa bir yazı.
-------------
18 Zilhicce 1436
2 Ekim 2015
13:37
Hayırlı Cum'alar
Az evvel Cum'a namazındayken etrafa göz gezdiriyordum. Tahmin edebileceğiniz üzere cemaatin kahir ekseriyeti yaşlılardan oluşuyordu. İnsan yaşlanınca tuhaf huylar edinebiliyor galiba. Kimisi efsun okur üfler gibi duaları sıralıyordu kimisi de arkadaki sandalyeliler sırasına katılmıştı. Allah sandalyeye mecbur etmesin.
Mahallemizin camisinde namaz kılarız ve cemaatte genelde birçok tanıdığım kimse olur. Dedem gibi yaşlılığında olduğu gibi gençliğinde de uysal ve ağırbaşlı olanlar da vardır, bir arkadaşım gibi hayatın tadını çıkarmak isteyenler de. 1400 sene evvel dünyayı teşrif etmiş bir kimsenin öğrettiklerini takip eder ikisi de. Bizden evvel bu camide namaz kılmış olup ahirete yolculuk edenler de ederdi. Ne onların bizden haberi oldu, ne de bizim onlardan haberimiz var. Tıpkı geçen akşamların birinde, evimizin karşısındaki binaya giderken yolda gördüğüm ve arkasından ne ilginç bir yürüyüşü var dediğim çocuğun, birisinin arkasından bakıp böyle dediğinden haberi olmaması gibi. Ya da siz öfkeli bir şekilde giderken evinin balkonunda oturan bir insanın size bakıp ''ne gülünç bir yüzü var'' deme ihtimalinin olması gibi. Kim bilir, belki de bu olmuştur. Bunlardan haberiniz olduğunu düşünsenize. Sanki bunlarda yaşamın o ilginç tözüne dair bir şeyler var.
Hutbenin sonlarına doğru imam yeni yapılan camimiz için destek talep ediyor. İmamın o durgun, uyuşuk ama sevimli; tombul bir insanda olabilecek yüz ifadesi insanın içini sevgiyle dolduruyor. Camiden çıkıyoruz, bir çingene Suriyeli olduğuna dair bir şeyler söylüyor. ''Suriye vallah faqire abe'' gibi şeyler. Aksanının ve yüzünün bir Arap ile hiçbir alakası yok ama usta bir yalancı olduğu görülüyor. Pardösü giymiş ve örtüsünü Suriyeli hanımlar gibi bağlamış (evet bizden farklı bağlarlar). Birkaç kişi para atıyor. Evlerimize doğru yürüyoruz.
Şam şehri geliyor aklıma. Halep bir de. Halep kuzeyde olduğu için Anadolu kültürüne yakın bir şehirmiş. Üstelik birçok Türk aile varmış orada. 20. yüzyılda değil de Binbir Gece Masalları'nın yazıldığı zamanlarda dünyaya gelmiş biri olmayı düşünüyor insan. O zamanın Şam'ını, Bağdat'ını, İsfahan'ını, İstanbul'unu; İstanbul'umuzu hayal ediyor. Sanki yaşamın tözü oralarda kalmış da bize gelmemiş. Sanki insan hayata dair çoğu ilginçliği orada yitirmiş. Günümüzde bilginin bu kadar kolay elde edilişi gizemi yok ediyor. Bunun yararlarının zararlarından daha fazla olduğu kesin. Bu konuda tartışmayacağım tabi. Ama o zamanlarda ne de çok bilinmeyen vardı değil mi? Belki de Sendibad'ın 4. Seyahatini anlatan masalın gerçek olabilme ihtimali de bunlardan biriydi. O masalın kahramanı olmak ne ilginç olurdu.
Masallar eskidir ya hani, işte bu eskilikten dolayı masaldan sonra akla başka bir eski şey olan yaşlı insanlar geliyor. Köyümüzde iken akrabamız olan 90'lı yaşlarda bir ninenin ''eskiden gâvur dışarıda idi, şimdi gâvur Türk'ün içinde'' deyişi gibi şeyler. İsmet Özel'in Türklük tanımı geliyor akla. İsmet Özel bu dünyadan göçecek olsa ne kadar da üzülürüm düşüncesi geliyor. Hemen ardından insan İsmet Özel ile arasındaki ünsiyetin nereden peyda olduğunu düşündükçe karşısına yine o töz çıkıyor. Neden bir adamın söyledikleri onu kendisine yakın hissettiriyor ki? Bilgi çağında yaşamamıza rağmen hâlâ bilmediğimiz şeylerin olması heyecan verici.
''Sahi ya, ağızdan çıkanlar yalnızca ses dalgaları değil mi; somut varlıklara manevî niteliği yükleyen şey de nedir; maddî alemde oldukça tesirsizken mânevî alemde neden böyle güçlüler'' gibi bilinmeyenler yaşamın o ilginç tözü denilen şey olabilir mi? Bilemiyoruz siz ne düşünürsünüz fakat bizce değil. Her bilinmeyenin ilginç olduğu söylenemez. Bazen insan bilmediğinden korkarmış. Öyleyse bu değil. Ne öyleyse?
Kesin bir cevap verilemez, sanıyorum ki bu kişiye göre değişen bir olgu. Bu yazıyı kaleme alan kişi olarak kendi açımdan bakacak olursam şöyle diyebilirim; bir kitapta "bir düşü gerçekleştirme olasılığı yaşamı ilginçleştiriyor'' cümlesi geçiyordu. Benzer bir düşünce içindeyim fakat bu cümleden çıkarılabilecek olan hayalperest, idealist belki de şairsi/romantik bakış açısına sahip değilim. Çünkü bunların sadece bir araç olabileceği kanaatindeyim. Dolayısıyla bunlar ile hayatını devam ettirmek, hayatı ilginç kılan şeyin bunlar olduğuna inanmak hayatı israf etmek gibi geliyor. Bilinmeyenlerin artması tecrübe edilecek hislerin de artması demektir. Bu durumda kendi veciz cümlemi oluşturacak olsam şöyle olurdu: ''Yepyeni bir hissi tecrübe etme olasılığı yaşamı ilginçleştiriyor''. Belirtmek istiyorum ki bence hayatı ilginçleştiren şey bu olsa da hayatın amacı bu değil. Aslında oldukça girift şey şu hayat.
Bazen bu şekilde bir sayfa boyunca bir şeyler yazdıktan sonra durup ''ne saçmalıyorum?'' diyorum. Düşünce soframa teşrif ettiniz, teşekkür ederim, vesselam.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder