15 Mayıs 2016
9 Şaban 1437
13:21
About Sloth and Laziness / في الكسول
Tembellik hakkında düşündüğümüz pek az olmuştur. Hoş, tembellik hakkında düşünmek vacib de değil hatta ''neden düşünülsün ki tembellik hakkında?'' denilebilir. Fakat düşünüldüğü takdirde de ilginç durumların farkına varılabilir. Zira ekseriyetle köşede gizlenen bir olgudur tembellik; Rasûlullah Efendimiz (s) tembellikten Allah'a sığınmıştır, Hıristiyan inancındaki 7 Büyük Günah'tan biridir ama ne iştir ki hepimizin "cennetteki hal" tasavvurunda da az çok yeri olan bir şeydir, meylimiz vardır tembelliğe. Bu meylimiz belki de fizik kurallarından ileri gelmektedir. Derler ya sürtünme kuvveti denen olgu yüzünden her hareket halinde olan yavaşlamakta, hareket halinde olmayanlar ise durmaya devam etmekte. İnsan mikro-alemdir derler öyle ya... Hasıl-ı kelam, Efendimiz (s) duasında kendisinden Allah'a sığındı ise gerçekten önemli olmalı bu tembellik.
Tembelliği bahis konusu etmeye girişmeden önce bir mana inceliğine dikkat çekmek istiyorum: Tembellik dediğim şey ne acaba? Şahsen tanım yapmaya çalıştım ama tam olarak hakkından gelemedim (zaten kullandığımız birçok kelimeyi sözlükten öğrenmediğimiz için pek sıradışı bir durum olmasa gerek).
Tembellik derken kasıt ''üşengeçlik'' değil. Genelde ''tembellik / miskinlik'' ve ''üşengeçliği'' karıştırır ya da bilerek birbirlerinin yerine kullanırız. Üşengeçlik (laziness) denilince daha geçici bir hal anlaşılıyor ya da ben öyle anlıyorum. İnsan yorgundur, canı sıkılmıştır veya o an önemli bulmamıştır ve herhangi bir işi yapmamıştır ve bu pek ayıp bir şey değildir herhalde. Fakat bu yazının mevzu-u bahsi olan Miskinlik (sloth) ise anlık bir halden ziyade bir huy, bir alışkanlık gibi, insanın yaşamına sirayet etmiş ve onu yönlendiren bir karakter. Dolayısıyla Miskinlik, Üşengeçliği kapsıyor ama onunla aynı şey değil.
"Tembellik: Farsça tanbal (تنبل) kökünde gelmekte olup, fizikî veya ruhî işten kaçınma durumu; zarar göreceğini bile bile kolaya meyletme; emek sarf etmek istememe hali". Her şey zıddı ile kaim olduğuna göre tembelliğin kendisiyle beraber bir de zıddı olmalı. Ve bence bu da çalışkanlık değil, hırs ya da azimdir. Çünkü çalışkan insanlar da tembel olabilir, hatta bazen çalışkanlık tembelliği gizleyen bir peçedir. Çalışkanlık olsa olsa üşengeçliğin zıddıdır. Tembellik hissinden dolayı insan üşengeçlik yapar ya da azimli olduğundan dolayı ümitsizliğe kapılmaz ve çalışır. Yani her ikisi de birer dışa vurumdur, içsel değildir, esas değildir.
Yüzyıllar boyu genelde istemek ve yapmak üzerine sözler söylemişiz. Hala da öyle. İki gün erken kalkan bir gün kazanır vb. sözler. Bu belki de yaptığımız şeylerin etkisini gördüğümüz ama yapmadığımız şeylerle neleri değiştirebileceğimizi pek bilemediğimiz yahut düşünmediğimiz içindir. Şu bir gerçek ki tembellik, hayatta hemen hiçbir zaman olduğu gibi karşımıza çıkmıyor. Düpedüz bir tembelliği YGS-LYS vb.lerinden önce, bir de dilencilerde görüyoruz herhalde. Böyle olmasa belki ondan kurtulmamız daha kolay olurdu. Ve yine böyle olmasa tembellik bu kadar tehlikeli ve hatta ölümcül olmazdı. Doğrudan göremediğimiz için yavaş yavaş ilerler tembellik ve bir gün karşısına bir bilmem-ne'ye giriş sınavı çıkar da öyle anlar kişi ne derece uyuşmuş olduğunu. Tembellik insanı vaktinden önce yaşlandırır demiş Hz. Ali. Hakikaten de öyle; genelde yaşlılar fazla iş yapmaz, bedenleri müsait değildir buna bir kere. Ama tembeller?
"Tutkularımız içinde en az tanıdığımız tembelliktir; şiddeti duyulmasa, yol açtığı zararlar çok gizli bile olsa, tutkuların en azgını, en kurnazıdır... Tembelliğin rahatlığı, ruhun gizli bir büyüsüdür, ruh onun yüzünden en ateşli kovalamaları ve en inatçı kararları birdenbire havada bırakır.
Bu tutku hakkında gerçek bir fikir verebilmek için tembelliğin, ruh için bir mutluluk, bütün yitiklerin avuntusu olan, bütün iyiliklerin yerini tutan bir mutluluk olduğunu söylemek gerekir."
Tembelliğin tanımı hakkında değil ama neden çok tehlikeli oluşundan bahsetmek gerektiğini düşünüyorum. Çünkü tembellik çok gizlidir. Hem kendisi zikredilince bizim anladığımız o bildik mananın ardında, hem de hayatın kendini sürükleyiş düzeni içindeki sayısız olgunun ardında gizlidir. Hepsi bir yana içimizde gizlidir ve onu fark etmeyiz. Bu şekilde hissettirmeden ve bize tembelleştiğimizi düşündürmeden en derinimize işler. Ve böylece "asıl yapmamız gerekenler dururken, hoşumuza giden ve işimize gelenlerle avunup dururuz". Yapmanız gerektiği ve nasıl yapılacağını da bildiğiniz halde yapmadığınız herhangi bir şeyi düşünün, neden yapmadığınızı düşünün ve en son bunun hakkında ne zaman düşündüğünüzü düşünün. Ne kadar çok zaman geçmiş değil mi?
Bu konuda yaşadığım bir şeyi anlatmak istiyorum:
Yaklaşık 10 ay evvel Binbir Gece Masalları'nda Sendibad'ın Sergüzeştleri faslını okurken bir ''tembel'' figürüyle karşılaşmıştım. Adanın birinde tembel adamlar yaşıyordu. Adaya yolu düşen talihsizleri bir bahaneyle yanlarına çağırıyor, gelince de sırtlarına yapışıp bir daha inmiyorlardı. Konakları nereye giderse onlar da oraya gidiyor, o ne yerse onlar da ondan yiyorlardı. Yemek vermeyecek olursa kafasına vuruyorlardı (hatırladığım kadarıyla) ve sonuç olarak sırtına bindikleri zavallı telef olana dek böylece yaşayıp gidiyorlardı. Sendibad kendi tembelinden bol bol içki içirip sarhoş ederek kurtulmuştu. Bu bir kenarda dursun; 3 ay kadar önce yurtdışında meşhur bir dağa tırmanmaya gitmiştik ve orada da tıpkı masaldaki gibi adamlar vardı. Tırmanılan yol boyunca dağda yaşayan tembeller sıralanmıştı. 10-12 merdiven tırmanıyor ve köşeyi dönünce bir tembel görüyordunuz. Üstleri başları hiç yıkanmış mı merak uyandırıyor, elleri yüzleri en son ne zaman su gördü bilinmez bir haldeydiler. Güneş hiç acımıyordu o dağda insana ama uzun sakalları, çelimsiz vücutları ve o yörenin insanlarına özgü bıyıklarıyla hemen hepsi kendisine derme çatma bir güneşlik yapmıştı ve oradaydılar işte. Bir kayanın altında bohçalanmış ve kirden kararmaya yüz tutmuş yorganlarını görüyordunuz. Orada yatıyor orada kalkıyor ve dileniyor ve yemek yiyorlardı; tüm dertleri bunlardı sanki. Bizim yaşadığımız dünyadan bîhaberdiler, mesela otobüste giderken tutacakta bile dizi reklamı görmüyorlardı. Esasen otobüse reklamın niye konulduğundan haberleri var mıydı ondan da emin değilim. Sade, çok daha sade bir yaşamdı onlarınki. Oldukça kötü ama diğer yandan da masum. Ve inanın mutsuz olduklarını sanmıyorum. Muhtemelen hala oradadırlar eğer canları sıkılmadıysa. Canlarının sıkılmaması da tembelliklerine verilmiş bir ceza olsa gerek. Ne ise. Bu karşılaşma daha evvel okuduğum tembel adamları hatırlattı ve düşündüm.
Tembelleri ikiye ayırıyorum: üşengeç tembeller ve çalışkan tembeller. Bu tip "tembeller" ilk sınıfa giriyor ve diğerlerine nazaran daha az ortalıktalar. Zaten bunlar toplumda da hoş karşılanmıyor. Sosyal konumları genellikle dilencilikten öte gidemiyor. Bunun çeşitli sebepleri olmakla beraber asıl sebep olarak ''asalak'' olarak görülmelerini düşünüyorum. Nitekim Sendibad masalında da tembeller topluma yaptıkları etki bakımından olsa gerek (ilk anlatıcı bu kadar ince bir anlayış güttü mü bilemiyoruz ama) asalaklık ile özdeşleştiriliyorlar. Başkasının sırtından geçinen tipler. Dolayısıyla hemen hemen hiç kimse bu tip bir tembeli sevmez ve böyle olmaktan kaçınır. Hem, bir nebze aşağılanmışlık da vardır bunun içinde. Peki, ya başka tip bir tembellik ile ma'lülsek, o bildik mananın ardındaki ile?
Tembellik az evvelki gibi kendisini durgunluk, bıkkınlık ve üşengeçlik olarak gösterse de daha çok öncelik sırasında arkada olan hatta o an yapılmaması gereken işlere yönelik çılgın bir aktiflikte görülebilir. Bu ise kendimizi "çalışkan bir tembellikle" aldatmaktan başka bir şey değil. Modern dünyada her şey hızlanıyor, her şey kolaylaştırılmaya çalışılıyor, birçok şeyi paketleştiriliyor. Bu "fast food kültürü"nde ne varsa öne hazır gelmeye başlıyor. Güzel giyinmek istediğinde modaya bakıyor, kitap okumak yerine ekşi sözlük'te entelektüel bilgiler tırtıklıyor. Bütün varlığını kapsayan inancını bile anadan atadan aldığı gibi bırakmış. Öyle gömülmüş ki sözde yaşayışını düzenleyecek kitabı okumaktan aciz. Boş kaldığında hayatı hakkında birazcık düşünmek yerine cep telefonuna iltica ediyor.
En son ne zaman yaptıklarımızın anlamı hakkında düşündük? Haydi düşündük diyelim, anlamsızlıkları veya çarpıklıkları veya eksiklikleri değiştirmeye çaba gösteriyor muyuz? Aklımıza gelmiyor, gerek görmüyoruz, buna vaktimiz yok, fazlasıyla zor şeyler bunlar.
İşte gerçek tembellik budur. O bildiğimiz tembeller topluma bir şey vermezler ve bu yüzden asalaktırlar. Fakat pekala çalışkan tembeller de masum değildirler. Bazen sokaktaki çocuklara bakar ve bunlar da bizim gibi şartlarda büyüseydi, ellerinde fırsat ve bilinç olsaydı acaba nasıl işler yaparlardı diye düşünürüm. Çalışkan tembeller kendilerine verilen fırsatların karşılığını ödüyorlar mı acaba? Belki burada imkanlarımızı bize toplum mu verdi de ona borçlu olalım sorusu sorulabilir. Buna cevaben denilebilir ki, hayır toplum vermedi fakat her şeyin Yaradan'ı olan verdi. Lakin bu sorumlu olunmadığı manasına gelmiyor, zira İslam olmuş bir birey olarak bizzat O'nun buyruğudur israf etmemek. İslam olmamışlar içinse "Tanrı yoksa her şey mübahtır" mantığı devreye giriyor, onlara sözüm yok, bu başka bir bahis. Esasen değil ama öyle etmekliğimiz lazım geliyor.
Acaba gerçekten yapmamız gerekenleri yapmaya çabamız var mı? Cesaretsizlik ve sığda kalmayı tercih etmekle gelen bu zihinsel tembellik bizi en fazla bir "şeref-i kâzib'e (sahte şeref)" kadar götürüyor. Tembelliğimizle başbaşa verip koyduğumuz ama aslında çok az kıymeti olan ya da beş para etmeyen hedeflere yani.
Bu yazıyı yazmak için neredeyse 2 ay harcadım; başka herhangi bir şey bu kadar uzun süre alıkoyabilir miydi bilmiyorum. Yapabildiğimiz ve yapmamız gerektiği halde yapmadığımız her işin tembeli olmaya ne kadar devam edeceğiz? Gerçek şu ki kıyamete kadar. Ama, ben yine de tarafımı belli etmiş olayım...
"Ne düşündüm, biliyor musunuz? Bu yaşam boyunca, sessizliğin gerçekte ne olduğunu bilemiyoruz. Kanımız bile bir tür sürekli gürültü yapıyor içimizde; çocukluğumuzdan beri alıştığımız için, bu gürültüyü seçemez oluyoruz. Ama yaşam boyunca, bu gürültü bastırdığı için bir türlü işitemediğimiz şeyler, uyumlar bulunduğunu düşünüyorum... Evet, ancak öldükten sonra gerçekten işitebileceğimizi düşünüyorum."
V'esselam.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder