4 Temmuz 2016 Pazartesi

Bilmek Hakkında

Eski alimlerden İbn Miskeveyh bir kitabında (aslında Huşed'e atfediliyor kitap lakin) yani Câvidan Hıred'inde Arap, Fars, Hind ve Yunan kültürlerinden hikmetli sözleri cem etmiş ve o kitapta demiştir ki: "devirden devire, ulustan ulusa değişmeyen, tarih ötesi bir hakikat; kendini çağlar boyu çeşitli kültür havzalarında daima tezahür ettiren bir ezeli akıl, bir ezeli hikmet vardır". Hakikaten de öyle. Yüzyıllar da geçse değişmeyen, varlığın özünde sabit kalan ölçüler var. Biz dahi bu usule uyarak birkaç irdeleme yapalım.

Hikmetli sözler bazen "atasözleri" olarak karşımıza gelirler, bazen de hiç unutulmamış bir şiirde geçerler. Bazen görmüş geçirmiş bir ihtiyarın ağzından laf arasında duyarsınız ve bazen de bu hikmet kitaplarda kaydedilir. Mesela Platon, "Sokrates'in Savunması"nda şu sözü Sokrates'e atfeder: "bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir". Biraz fikir beyan etmek gerekirse, bu sözün hayattan uzun badireler atlattıktan sonra elde edilmiş bir ders olduğunu söylemek mümkün. Zira varlığıyla beraber getirdiği doğadan olsa gerek, insan ileriyi görme veya geniş manada çevresinde olup bitenlerden haberdar olma konusunda pek mâhir değil. Ve böylece olup bitenleri kendi gördüğü ve yaşadığı şeylerden ibaret sanıp, hadiselere ancak kendi sınırlı tecrübesiyle mânâ biçer. Bunun da pek çok sebebi olabilir. Mesela en başta böyle bir kaygusu olmayabilir kişinin, rahatı yerindedir zira. Ya da mesela hayatın kendisini bir şekilde alıp götüren akıntısına kapılmış ve bundan sebep tek sıkıntısı maişeti olabilir. Ve nihayet bir köstebek gibi yer altında yaşayıp tüm dünyayı kendi deliğinden ibaret sanmasına sebep verecek kadar körleşmiş olabilir. Sebepler çok daha uzatılabilir. Ama bu önemli değil, önemli olan ne yapılması gerektiği.

Sokrates'in bu söz ile ne demek istediğine dair çok çeşitli yorumlar var. Şahsen bu sözü Süleyman aleyhisselâm'ın "Bu Rabbimin fazlındandır" mealindeki "haza min fadli Rabbî" sözü ile aynı özden çıkmış görüyorum. Süleyman aleyhisselâm, maiyetindekilerden birinin, ilginç bir bilgi ile Belkıs'ın tahtını kendisine göz açıp kapama süresinde getirişinden sonra bunu söylüyor. Sokrates ise insanlar, kendisine dünyanın en bilgesi olduğu düşüncesiyle geldikten sonra. Her ne kadar o bu sözün sonunu Yaradan'a eriştirmese de, her iki sözde de esasen insanın kendisine bir bilgelik atfetmeyişini görüyorum. Bu bilgelik atfetmeyişte de insan tabiatının sınırları içinde erişelebilecek en derin bilgeliği görüyorum. Bir teslim oluşun, acziyetin ifadesi vardır burada. Düşünmek gerekirse, insanlığın tüm zamanlar boyu elde ettiği bilginin yekünü, elde edilebilecek bilginin yanında bir hiçtir. Örneğin bilimlerden sadece insan ilişkilerini ele alan sosyal bilimleri düşünsek bile iş içinden çıkılmaz bir hale gelecektir. Zira sadece insanın iradesine ve dolayısıyla sosyal bilimlerin üzerinden sonuç çıkardığı davranışlara bile etki eden binlerce, on binlerce etken vardır. Bu sınırsız olasılıklar diyagramını hesaplamak mümkün değildir. Dolayısıyla insan davranışları hakkında elde edebileceklerimiz bile pek sınırlı görünüyor. Halbuki en çok birbirimizi görüyoruz.

Mevcut bilimlerden sadece sosyal bilimlerde bile durum böyle iken, henüz sistematiğe dökmediğimiz ve belki de dökülmesi mümkün olmayan hallerde ne olur, Allah Kerîm. Bilinecek şeylerin çok oluşu bir yana, bize gem vuran daha birçok şeyden de insan olmaklığımız sebebiyle sıyrılmamız mümkün değildir. Yaşlanacak olmamız mesela. Sırf bu bile kapasitemizi çok sınırlıyor. Bir şey bilmiyoruz. En bilgilimiz bile çok az şey biliyor.

Ve şüphesiz burada söylenenler de söylenebileceklerin çok az bir kısmı. Sokrat'ın sözünden bir hisse çıkarsaydım, İmam Şafiî'nin bir şiirinde bahsettiği "ilmin bir derya oluşu ve insanın ondan incileri çıkarması gerektiği"ni çıkarırdım. Zira insan sonsuzdan bir de çıkarsa iki de çıkarsa sonsuzdan bir şey eksilmez. Fakat insanın elinde karanlığına ışık tutacak bir meşale olur. İnci ile simgelenen şey ise, insanın neye kıymet verdiğine göre değişir. Yine değişik bir ifade ile:

İlim kesbiyle pâye-i rif'at
Bir hayâl-i muhâl imiş ancak
Aşk imiş her ne var âlemde
İlim bir kîl u kâl imiş ancak.

Yani bilgi ile -ki istense de ancak pek azı elde edilebilir- bir rütbe elde edilemez. İnsanı yüceltecek bir şey bilmediğini bilmek, yani aşktır ancak. İlim, yani insanın elde edebileceği ilim, bir kuru laftan ibarettir ancak. Buradaki "aşk"ı da tasavvuf erbabına özgülememek gerek. "Suların alçağa aktığını" bilen ve varlığın özündekini kavramaya çalışan her insan, aşıktır kanaatimce. Ve bunu yapabilmek için özel doğmuş olmaya gerek yok. "Kendini kusursuzca emniyette hissettiği, ama aslında idrak edemediği bir tehlike karşısında ölçüsüzce ve abes bir gösteriş yapan delinin davranışlarına benzeyen bir hal takındığını" bilse kişi, yetecek sanki.

*Şiir Fuzulî'ye ait.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder