2015'i geride bırakıp 2016'ya girerken kafir takvimi hesabıyla 21 yaşına girmiş oluyorum. Bu demek oluyor ki Efendimiz'in (s.a.s) mübarek ömrünün üçte birini geride bıraktım. Zaman durmadan geçip gidiyor. Ölüm ne zaman gelecek acaba?
Düşünmek sünnettir: Ortalama bir ömrün üçte birini geride bırakmış bir haldeyim ve arkada bıraktıklarım ileride nasıl geri dönecek bilmiyorum. Daha ne kadar yaşayacağımı da bilmiyorum. Kendileriyle yaşamımı sürdürdüğüm ve elde etmekten ziyade bana verilmiş olan şeyler (her şey; aile, eğilimler, zayıflık ve kabiliyetler ila âhir) ile ne yapmam gerektiğini merak ediyorum. Üç kişiden kısaca bahsetmek istiyorum.
1) Oldukça sıcak bir yaz günü Tahran'da otobüsle giderken hayal meyal şöyle bir duvar yazısı gördüğümü hatırlıyorum: "You'r stupid, that's the why..!". Bozuk bir İngilizce ile Ortadoğulu bir genç, "Sen aptalsın, işte sebebi bu" yazmış. Fakat acaba bunu niye yazdı? Ne tür düşüncelere sahip biri bunu yazardı; kimdi, nasıl biriydi? Hedefleri neydi, nereye doğru giderdi?
2) Suriyeli bir arkadaşım. Şam Üniversitesi'nde Hukuk Fakültesi bitirmiş, dört dil konuşabiliyor; Arapça, İngilizce, Fransızca ve Türkçe. Üstelik bilgisayardan da anlıyor, iyi bir CV'si var. Ama o şu an burada ve hamallık gibi vasıf gerektirmeyen işlerde, çok da parlak olmayan şartlar altında çalışıyor. Ailesi Suriye'de mahsur. Ağabeyi zorla orduya alınmış. Burada hiç kimsesi yok ama çok fazla borcu var.
Bir gün onu arayıp "hiç sesin soluğun çıkmıyor seni merak ettim" dediğimde, "gerçekten ettin mi?" demişti.
3) Okulumuzun yakınlarındaki bir camide karşılaştığım biri. İmam, insanlar camiden hoşnut ayrılsınlar diye kapının yanına çay makinesi koymuş, böylelikle insanlara ikramda bulunuyordu. Bir defasında oradan çay almak için bekliyordum. Benden önce evsiz bir adam vardı, bardağını dolduruyordu. O sırada imamı gördü ve onu çok sevdiğini söyledi. Öyle içten söyledi ki güldüm. Gülmeme alınmış gibi, "biz de insanız be abi" dedi.
Ve dönüp kendime baktığımda görüyorum ki milyarlarca insandan yalnızca biriyim. Hiç kimse aklıma gelmese bile şu üç insandan biri olabilirdim. Fakat Allah beni böyle yarattı. Bazı yaz geceleri köy evimizden göğe bakıp da gördüğüm yıldızlı manzaranın içinde gibi hissediyorum. Şu an buraya bunları yazabiliyorsam, yazdırıyorsa Allah, bir karşılığı olmalı bizim biz oluşumuzun. En basitinden şu sorunun bir yanıtı olmalı: Neden hukuk fakültesindeyim? Benden istenen nedir? 15. senesine girdiğim eğitim hayatından var oluşuma dair ne öğrenmiş durumdayım? Yoksa bunlar üzerinde düşünmemiz istenmeyen meseleler mi? Başka hayatların hayatlarımız üzerinde hakları yok mu?
Sanki diyorum, bir anlamı olmalı tüm sahip olduklarımızın. Her türlü riyâkarlığın, gösterişin ötesinde bir yerde; faydasız edebiyatın/felsefenin, köşe yazılarının, bir ninni gibi sürekli telkin edilen yükselme hırsının dışında; yemekten önce elleri yıkamak gibi bir anlamı.
Bulan özünü, gören yüzünü
Bir yüzü dahi görmek dilemez
Vuslatta olan hayrette kalan
Aklın diremez, kendin bulamaz
Her şâm ü seher odlara yanar
Hem benzi solar ağlar gülemez
Âşık olagör, sâdık olagör
Cehd eylemeyen menzil alamaz
Meftûn olalı, mecnûn olalı
Bu Mısrî dahi akla gelemez
Şu an bu yazıyı okuyan ben 22 yaşındayım. Bazen ölümü öylesine derin düşünüyorum ki ondan korktuğumu fark ediyorum bir süre sonra. Çünkü ömrümün geçen yarısına dönüp bakınca ne çok hatamın, günahımın, yanlışımın, Allah'a karşı borcumun ve insanlara karşı kırgınlığımın olduğunu hayretle görüyorum. İşte o zaman diyorum ki kendime: "Bunca yükün ağırlığı ile nasıl çıkacaksın huzura? Buna yüzün, gücün var mı? Ölüm seni yarın karşılarsa, yarın vereceğin borcu veremeden gidersen hâlin ne olacak? Daha ne kadar erteleyeceksin yapman gerekenleri?"... Bu sorgu böyle böyle uzayıp gidiyor. Ama hâlâ erteleme hastalığımı tam anlamıyla yenebilmiş değilim ne yazık ki. Sorguladıklarımın, düşündüklerimin sadece düşüncede kalması, harekete geçmemek beni yoruyor. İnşallah harekete geçtiğimde her şey benim için çok geç olmaz.
YanıtlaSil